Home / KÜLTÜR - SANAT / Edebiyat / Sokağın Dili…

Sokağın Dili…

Kemal ulusaler…Temmuz-2023

 

SOKAĞIN DİLİ

Yaşamak keman teli gibidir; çok fazla gerersen kopar, çok gevşek bırakırsan çalmaz derler. Gövde telsiz, tel gövdesiz olamaz. Bu bir aradalık da yetmez çoğu zaman, tellerin ayarı ayrı önemdedir. Çalmayan bir keman gibi yaşamak ile hayatın ritmini yakalamak arasında gidip gelenlerinde bir öyküsü vardır elbet: sokaklarımızın öyküsü…

*

Merdivenler boyu yankılanan kendi ayak sesleri miydi? Derin bir kuyuya iner gibi iniyor, indikçe başı dönüyordu. Dizlerinin altına kadar inen kirli beyaz önlük önü sıra yol gösteriyordu. Önlük merdiven bitiminde sağa döndü, serin koridor boyunca ilerledi. Şefik soyundan Şefika uyur gezer adımlarla peşindeydi. Şefika kendi düşüncesi içinde eriyip, pelte kıvamında aktı içine; artık ne düşünebiliyor, ne yürüyebiliyordu, sadece koridor boyu önlüğün ardından akıyor akıyordu…

Önlük çelik bir kapının önünde durdu. Şefika’ya “hazır mısın?” der gibi baktı. Sonra çelik kapıya yüklendi, açtı. Açar açmaz deli bir kış soğuğu Şefika’nın yüzünü yaladı, uyandırdı.

Önlük, duvar boyu sıralanmış çelik dolaplardan birinin önünde durdu, tekrar baktı Şefika’ya ve dolabın kulpuna asılıp çekti. Soğuk çelik dolap ölü sessizliğiyle açıldı. Önlük uzanıp beyaz örtüyü kaldırdı. Şefika’nın başı döndü bir vakit, önlük oralı olmayınca kendi gölgesinin koluna girip yürüdü ayağını sürüyerek, baktı, oydu, O. Kapalı gözkapakların ardındaki gözleri görebiliyordu, derin, kara gözler, içe işleyen bakışlar. Baktıkça zihnini soğan zarı soyar gibi soyuyor, içinde bir ürperme kalıyordu sadece. Titremeye başladı.

Önlük; “ Ben alıştım ama içeride herkes titrer böyle. Bu kardeşin Şefik Kara mı?”

Şefika, dizleri yaralı, bacakları çizik, pantolonu düşük oğlan, babası turp, anası şalgam oğlanın kapı eşiğinde öylece durdu. Hayalindeki oğlan, geri dönüşü olmayan o kapıdan bir daha geri dönmemek üzere yola çıkmıştı işte.

Önlük ısrar ve sabırsızlıkla yanıt bekliyordu. Şefika, “Evet, o” diyebildi sadece. Beklediği yanıtı alan önlük örtüyü kara gözlerin üzerine çekip dolabı hızla kapadı, Soğuk odada ses yankılanıp yeni kapılara açıldı.

*

Kapılar…Arnavut kaldırımlara açılan dar sokakların komşu kapıları. Kapı ardında nice yaşanmışlıklar, yaşananlar, yaşanacaklar…

Kapıların açıldığı sokak sakinleri, gün boyu huzuru arar, lakin akşam olup da köşeyi dönünce huzursuzlukla buluşur, evin kapısından öylece girilirdi.  Elbette iyi şeyler olur iyilikler beklenirdi hayattan. Düğün-dernek beklenir, torun-tombalak beklenir, sevgi beklenir, aşk beklenir, bir düğmenin çözülmesi, bir kopçanın açılması beklenir…

Yalnız insan için mi beklemek?

Çatlayan toprak bulutları bekler, dağlar kar bekler, ovalar su. Gül bülbülü bekler, yonca şebnemi.

Ama bugün o gün değil. Gün uyanırken gecenin cezası bitiyor, seyir başlıyordu.

*

Gün çoktan doğmuş, güneş yükselmiş, ekşimişti. Saçakların gölgesi sokağa inerken kapılar birer birer açıldı.

Bu sokakta kapı önü konuşulanları sır değildir. Mahallenin kedileri sokaklara taşırdı patileriyle konuşulanları. Yoksa taşıyan kesinlikle Seher değildi. Olsa olsa cami avlusundan kırk adımda yüzkırk lakırdı taşıyan ihtiyarlardı.

Hökümatta şeffaflık olmaz bu sokakta olur. Seher Muhsin Dayı’nın gömleğinin kaç gündür sırtında olduğunu bilir. Refika Sebahat Teyze’nin altına alıp oturduğu ayağındaki çorapta kaç delik olduğunu bilir. Herkesin her şeyi bildiği bir sokak işte.

 

Kapı önü sohbetleri günün beklenen en güzel saatleriydi. Kapı eşiklerinde kadınlar. Kocasına göç etmiş kadınlardır onlar. Kaçtıkları ocak göçtüklerinden farksızda olsa…

Dedikoduyla mayalanıp fermante olup fıkırdaşıp kokuşurlar ki ne meyleşirler, ne sirkeleşirler, arafta kalıp hiçleşirler… Hiçliğin hayal suyuna batırıp batırıp çıkardığı benlikleriyle boşuna uğraşır bir türlü soğuyamazlardı.

Ne yanmıştılar ki soğusunlardı zaten…

 

Kahve sırası Seher’de olduğunu bilen Sıdıka gecikmeyi fırsat bilip tırnaklarını çıkarmış saldırıya geçmek üzereyken karşı kapıdan Seher elinde kahve tepsisi, gözlerde sürme, dudakta hande, yanakta gamze hep birlikte öyle bir yürüdüler ki üstüne, tüm tırnakları içine çekilip ziyadesiyle ıslatılmış hamur bezesi gibi gönül tepsisine yayılıverdi.

“Kız, tam zamanında düştün, az daha dalayacaktım valla, seni çekirdeksiz üzüm seni.”

“Ayy, aşk olsun abla sen benimle uğraşacağına kendini Refika’ya sakla.”

“ Kız ne demiş yine o uçkur sirkesi bakayım. Senin dilinin altında bir şeyler var yine. İnsan dilinin altında gizlidir, de bakayım.”

“Hangisini anlatayım? Laf çok ama anlatamam be abla. Hem ben bir haftadır lakırdı orucundayım, diyemem, andım var. Çarpılırım sonra neme lazım.”

“Kız delirtme beni. Ortaya laf atıp çekilmek de yeni adetin oldu.”

“Ayy   abla bir görsen kadını, gündöndü sapına dönmüş valla. Hahh yüzü şuncacık, kaşık kadar kalmış. Halini bir görsen keseyi süremezsin derisi elinde kalır vallaa…Diyor ki kendisine büyü yaptırmışsın. Dardağan büyüsü hem de.  Bedri Hoca’ya gitmiş büyüyü sana çevirtmiş. Abla valla mukayyet olmaya. Tüüü, tüüü,tü.”

“De get deli kız büyümü kaldı bu devirde?”

“Abla ne olur ne olmaz. Biz yine de Sebahat Teyze’ye bir okutsak seni diyorum.”

Kız bırak şimdi bu saçmalıkları. Sebahat Teyze dedin de aklıma geldi. Kız o Sıtkı Dayı’dan sonra yine mi evlenmiş. Bu yaşta pes doğrusu. “

“ Ahh, sorma abla evlendiği gibi boşanmış biliyon mu?”

“ Neden kız?”

“ Abla kendisi pek cevahirmiş gibi adamı beğenmemiş, hem de neden biliyon mu? ”

“Eee insanı deli etme Seher. Anlatacaksan anlat artık. Bak fincanda soğudu senin yüzünden.”

“Evliliğin ikinci günü bizimki adamı markete göndermiş. Adam geri dönünce bir bakıyor ki kapı duvar. Sebahat Teyze adamı içeri almamış.  Git nereye gidersen istemiyorum seni demiş, atmış. Ne oldu diyenlere de; Adam Denizli horozu gibi çıktığı ile indiği bir oldu. Olmaz olsun böyle herif.” diyor sonra da derin derin ahh çekip,”Ahh,gerçek aşk safran misali gramla tartılası, nerede? Hangi sandıkta kat kat keseler içinde saklanası, nerede?” deyip deyip ağlıyormuş.”

Sıdıka gülsün mü köpürsün mü bilemedi bir müddet. Seher’e baktı, baktı, baktı; yalanın vesikalık fotoğrafı duruyordu karşısında. Öfkenin tortusu birikiyor, birikiyor grizu gibi sıkışıp patlamaya duruyordu. Karşı çınarın altında Şahin’le tavla oynayan Sinek Efe el sallayınca dikkati dağıldı, patlamadı, söndü kaldı içine. Cimri Sinek bir yandan el sallarken bir yandan da,”Sıdıka Bacı bize kahve yok mu yaa?”

“ Zıkkım iç kaldırım kargası. Bu Sinek var ya kedi gibidir, gizli yer aşikar yalanır. “

Seher bir yandan kıkırdayıp bir yandan fincanları toplarken, “Abla bak Şule’de geliyor. Birer tane daha yapayım hem içer hem de falına bakarız? “

Şule -eski adıyla Şefik-Sıdıka’nın gözleri önünde büyümüştü. Büyüdükçe değişmiş, bir başkalaşmıştı. Anlatacağı olan ama anlatacak kimsesi olmayan bir duvar dibi otu gibi kendi kendine yeşerdi. Hayata tutundu böyle bir vakit. Varlığına alışmıştı. Varlığını dide dide yokluk kemiğinden ayırmış lime lime etmiş, sermişti orta yere. İşte bu varlığı nedendi, yokluğu sonuç. Sonra gerçeği döngüde buldu. Doğup, batan günde zamanı buldu. Zamanın aynasında kendini.

Seher,” Şule gel, gel kahve yapıyorum.”

Başka zaman olsa selam verir de merhabaya durmazdı. Ama kahveye hayır diyemedi.

“ Nabersiniz, kapı önü kuşları?”

Sıdıka Şule’ye yer açtıktan sonra,” Kuşluğumuz mu kaldı be Şule kızım, kocadık, kukumava döndük.”

“ Biz ne yapalım be abla, siz yine iyisiniz. Çocukken bakılırsın, gençken hoş görülürsün, yaşlanınca saygı artar ama orta yaş yok mu, işte o dilimde hiçsin.”

Seher kahveleri getirmiş fısıltılar içerisinde yudumluyorlardı ki Şahin karşıdan kafayı çevirmeden laf attı.”Mahalemizin aşuresi Şule şöyle bir toplansan da gelen geçenle bizi papaz etmesen diyorum”

Şule sapından çıkmış keser gibi ayağa fırladı.” Ulan puşt, daha düne kadar kedi gibi ayağımın altında dolaşırken mahallenin namusunu düşünmüyordun, şimdi ne oldu?”

“ Şule, bacı bildik sahiplendik, diklenme de adamın asabını bozma.”

“Ulan sen kendi veledine sahip çık önce. Söyle bakalım senin küçük kız nerede? Sanki gelirken Nilüfer’in oğlanın arabasında gördüm gibi. Söz mü kestiniz de haberimiz olmadı?”

Şahin kafadan topuğa kızardı.” Kes lan orospu.”

Şule kahkahalarla fırladı, Şahin’in arabasına koştu. Eteğini kaldırıp serçe parmağı havada, tuttuğu çüküyle bir güzel arabayı yıkadı. Şahin ile Sinek Efe afallamış kalmışlardı. Şule gidip Şahin’in yanağından koca bir makas alıp, “ işte, yıkandın pir-ü pak oldun ibne Şahin?”

Ne olduysa bir anda oldu. Öfkenin kontrolsüz ateşi parladı, saldırma oldu Şahin’in elinde. Kan ve ölüm…

Sıdıka, Seher ve de Sinek kalabalık bir otobüsün biniş kapısında sıkışmış gibi kaldılar. Hayatın içinde ne ileri, ne geri gidebildiler.

Gök bile kararmış yağmura dönmüştü. Sağanak, arnavut kaldırımın ortasında kızıla boyanmış taşları yıkamaktaydı.

Bilir misiniz? Arnavut kaldırımların en güzel yanı üzerlerinde biten otlardır. Onlara basarak gidenler bir gün olsun durup, yakından bakmak, ellemek ihtiyacı duymuşlar mıdır? Her sokağın bir dili vardır. İşte o otlarla söyleşenler gerçek yolculardır.

 

Kemal Ulusaler….Temmuz 2023

Check Also

Günün Şiiri.

İcmal ve yekün Mimberin solunda İmamın uzağında Yat kalk, oku, üfle İcmal ve yekün; Salat-ül …

One comment

  1. Keman Yayı gibi gerildik ama Yayı koparmaya da takatımız kalmadı..