Kemal Ulusaler…Aralık 2023
Konuya yatağa girer gibi giriyorum farkındayım. Geceliğimi giydim, dişlerimi fırçaladım, yorganı ayaklarım dışarıda kalmayacak şekilde üstüme çektim, artık düşlere dalmaya hazırım. Ama ağustos böceği aynı fikirde değil. “Mehpare, gece kahvesi içmiş gibisin, uykun diri, velfecri gözlerle hiç te hazır değilsin fikrimce” diyor. Doğru.
Kalktım, duvarın kenarındaki sandalyeyi aldım, masanın başına oturdum. Bir sandalye de o zavallı vicdanıma çekip karşıma oturttum. Masanın bir yanında alt dudağımdan salya misali akan sözcükler diğer yanında vicdanın keskin bıçağı. Bıçağın soğuk yüzünü görünce salyam buz kesti, terliklerime kadar titredim inanır mısınız? Masa gerçek bir düelloya tanıklık etmeye hazır olmadığını belli edercesine sallandı. Vicdan bunca ezikliğin karşısında yorgun düştü, gevşedi, pelteleşti, zemine yayıldı kaldı.
Cümleden düşüp sakatlanan sözcükler misali dağıldım. Artık tek, yekpare, bir Mehpare yok. Çok Mehpare var. Ve o bunlarla baş edemiyor.
Zaman bir lastik gibi çekiştire bıraka sündürdü ömrümü. Ne menem zaman ki o coşmuyor, köpürmüyor, taşları önüne katıp sürüklemiyor, sadece ılgın ılgın gece gündüz uykulu akıyor akıyor…
Arasıra bir refleksle elimi başımın üstüne götürüyor bir hale arıyor, bulamayınca ruh olmadığıma seviniyorum. Yine de çoğu zaman ruhla beden arasında, tahtaları gıcırdayan bir köprüden geçtiğime inanıyorum.
Zaman sabır ve beklemekle geçen duraksız tren…
Artık eski Mehpare’ye dönüş yok. Daha acısı yeni bir Mehpare de yok. Bir Mehpare vardı ama o da kendini tanıyamıyor işte. Kendine yabancı Mehpare, hiç Mehpare, duraksız tren yolcusu…
Hasta mıyım? Bilmiyorum. Zaten hastalığını kabullenmiş zihne de deva yok.
Dışarıdan belli belirsiz içeri sızan ay ışığında pencerede onu gördüm. Önce sesini duydum. Ağustos böceği yıllardır uyuduğu toprak altından çıkmış, Mehpare’ye, bana gelmişti işte. Uykudaki yılları düşündüm. Yıllar vahşi çöp yığınları gibi birikmiş patlamaya duruyordu. Patlasa ne olurdu? Düşenemiyordum.
İnanmayacaksınız ama korkudan aklım çıktı. Çıkan akıl orada, burada , ötede, beride dolanıp kabul görmeyince geri dönesi geldi. Velhasıl bir vakit ortalık yerde boş boş eyleşti. Çıktığı yüze oturan eblehlik yine bir vakit yerini pek beğendi, gidesi gelmedi. İşte o an ne yapacağını bilemeyen ellerim iki usturmaça olup kalçamın iki yanında sallanıp durdu. Bu usturmaçalara güvenen kalçam ada vapuru misali çalkalandı…
Elbette dizlerin de bağı çözüldü. Suç çıkan akıldaydı, çımacıda değil.
Ayaklara gelince öyküyü buralara getiren onlar. Onlar olmasaydı bu öykü ve benzerleri yazılamazdı. Sözün özü akıl çıkınca ayaklar baş oldu.
Korku ise giderek büyüyor, çoğalıyor, akılları baştan alıp kimi kör kuyulara atıyor, kimi topuk dikeni gibi topuklarda kendine yer beğeniyordu.
Zamanda korkudan nasibini aldı ve durdu. Kâinat tümden durdu. Yalandan başka her şey durdu.
Yalan nabızda…
Bıçak elde…
Elveda ateş böceğim…
Kemal Ulusaler