Cumartesi yazıları…
Kemal Ulusaler…03 Ağustos 2020
Önce Trump’a atılan çalım, sonra Erdoğan’a yönelik “beğenmedim” eylemi gündemimize “Z” Kuşağı’nı oturttu. Kimi bu yeni nesli yerin dibine sokarken kimi de göklere çıkardı. Bir umut arayışındakiler de -doğrultamadıkları belleri için –“ Bu Kuşak bize bel kuşağı olur” sevincinde…
Herkes yazıp çizer, yorum yaparken biz yazmasak olmazdı. Yazalım, ama her şeyden önce bu yazı aynı zamanda bir foruma dönüşsün, sizler de fikirlerinizi aktarırsanız sevinirim.
Nereden çıktı bu Kuşak kategarizasyonu?
Sosyal bilimci/yazar Taçlı Yazıcıoğlu ;”Kullandığınızda havalı ve günceli yakalamış gösteren, pazarlamanın alamet-i farikası harfli kuşaklar toplumsal gerçekliği olan bölümler değildirler. Vardırlar, çünkü piyasa bizleri bölüp gruplandırmadıkça, ne ürün ne de fikir satabilir. Bugün yaygın kullanılmaya başlanmış, hatta üstlerine kitap yazılan harfli kuşaklar, kozmopolit Amerika’nıntüketim gruplarıdır. Nesilleri tarif ettikleri söylenir. Oysa o nesildeki bazı tüketim gruplarını temsil etme şansları belki vardır.” derken bu kategarizasyonu piyasanın pazarlama taktiğine bağlamıştır.
Benzer bir tespiti de Siyasal İletişim Danışmanı O. Suat Özçelebi yapmış; ” Özellikle şirketler pazarlama iletişimi, insan kaynakları, tüketim alışkanlıkları/kalıpları gibi konulara odaklı olan çalışmalar, uzun yıllardır X, Y, Z kuşağı gibi genellemelerle üretim/tüketim, satış stratejilerini belirliyorlar.”
Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Demet Lüküslü’de; X,Y, Z kuşağı gibi tanımlamaların daha çok pazarlama ve insan kaynakları alanları tarafından kullanıldığına dikkat çekiyor.
Kapitalizm neden böyle bir gruplama ihtiyacı duyuyor sorusunun yanıtını ise yine Taçlıoğlu‘ndan geliyor;” : Şu yaşam biçimleri, altkültürler, değerler, alfabenin ilk beş harfinin kapsama alanları iyiler hoşlar da, tüm bu pazar bölümleme yöntemleriyle yine de kısıtlı bir nüfusu kapsayan bölümler ortaya çıkarılır. Oysa, pazar bölümünü büyütebilmek için araştırmanın temsil gücünü iyileştirmek gerekir. Bu da daha büyük bir nüfusu kapsayan daha fazla bir araştırma bütçesi demektir ve buna da çoğu reklam veren yanaşmaz. İşte tam burada da X’ler, Y’ler, Z’ler, yani harf takılmış nesiller devreye girer. Düşünün ki, öyle büyük araştırmaya gerek yok, sadece doğum tarihine bakıp, onları temsilen küçük bir grubu araştırıp, milyonları anlayabileceksiniz (ve kazanacaksınız); bundan güzel hayal ne var?
Bir de işin siyasi ayağı var. Sandık demokrasilerinde sandığa gidecek kitlelerin yapıları ve eğilimleri önem kazanıyor. Türkiye için, 2023’de 7-8 milyonluk bir seçmen kitlesini oluşturacak olan yeni nesil siyasi partilerin bu kuşağa yüzünü dönmesine neden oluyor.
Ayrıca, başta tıp olmak üzere değişik alanlardaki kohort analiz ve raporlamalarında kullanılmak üzere yapılan kuşak çalışmaları bulunmaktadır. ABD -Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı gibi. Örneğin, Pew Araştırma Merkezi’nden Michael Dimock bunu şöyle tanımlıyor;” Nesiller, Amerikalılara hem yaşam döngüsündeki yerlerine – ister genç bir yetişkin, orta yaşlı bir ebeveyn ya da emekli olsun – ve benzer bir zamanda doğan bireylerden oluşan bir kohort üyeliğine bakma fırsatı sunar. Geçmiş çalışmalarda incelediğimiz gibi , kuşak gruplar, araştırmacılara zaman içindeki görüşlerdeki değişiklikleri analiz etmek için bir araç sağlar. Farklı biçimlendirici deneyimlerin (dünya olayları ve teknolojik, ekonomik ve sosyal değişimler gibi) insanların dünya görüşlerini şekillendirmek için yaşam döngüsü ve yaşlanma süreciyle nasıl etkileşime girdiğini anlamak için bir yol sağlayabilirler. Genç ve yaşlı yetişkinler belirli bir anda görüşlerinde farklılık gösterse de, kuşak gruplar, araştırmacıların bugünün yaşlı yetişkinlerinin kendileri gençken belirli bir konu hakkında nasıl hissettiğini incelemelerine ve görüş yörüngesinin nesiller boyunca nasıl farklı olabileceğini incelemelerine olanak tanır. “
Görüleceği üzere nesil gruplamalarının değişik nedenleri olabilmekte. Ancak burada akla bu gruplamaların tanımladığı özellikler, genelde toplumsal gerçeklikleri yansıtıyor mu sorusu da gelmiyor değil.
Tek Tip Kuşak Olası mı?
Şüphesiz bir nesli / kuşağı tanımlarken kültürel, sosyolojik, ekonomik ve sınıfsal altyapılarına bakmadan bir torba içindeymiş gibi düşünmek yanıltıcı olacaktır. “ Z, bir kuşağı Anlamak” adlı kitabın yazarı Evrim Kuran’da; “Son günlerde, konuyu çalışmamış, popüler etiketlerin ötesine geçmeyi başaramamış çeşitli kişilerin tek tip bir Z kuşağı varmışçasına konuşmalarını, yazılarını büyük bir şaşkınlıkla izliyorum. Antropolog Claude-Levi Strauss, tüm toplumları tek bir cetvel üzerinde sıralamaya imkân tanıyacak ölçütler bulmanın mümkün olmadığını söyler. Bir başka ifadeyle, bütün Z kuşakları aynı özelliklere sahiptir düşüncesi yanıltıcıdır. Tek tip bir Z kuşağından söz etmek mümkün değildir. Yaşadıkları coğrafyanın sosyoekonomik yapısı, kültürü ve değerleri kuşakları incelerken göz ardı etmememiz gereken başlıklar. Ülkeler arası farklılıkların yanı sıra bir ülkenin farklı bölgelerinde, aynı şehrin farklı semtlerinde bile keskin ayrımlar söz konusu olabiliyor.”diyerek buna dikkat çekiyor.
Gündeme damgasını vuran Z Kuşağı, nedir, ne değildir?
Kimilerine göre, “küresel köyün kaygılı çocukları” kimilerine göre ‘birleş, tepki ver, dağıl’ kuşağı. Z kuşağı için, dijital dünyanın asli unsurları diyenler de var, dijital dünyanın ve onun doğal bir parçası olan sosyal mecraların onlar için alışkanlık değil; bir yaşam alanı olduğunu söyleyenler de. Bir kesime göre zamane gençleri ön yargısız, dinamik, cevval, geleceğin güvencesi olacak ölçüde “harikadırlar”. Diğer kesime göre de bireyci, duyarsız, yüzeyseldirler. Sandık siyasetinin unsurları için, interneti sürekli kullanan, sosyal medyada ölçülebilir ve dijital olarak ulaşılabilir “yönetilebilir” kampanya rasyonelinden, önemli bir hedef kitleden bahsediyoruz. Ancak, bu gençlerle yapılan söyleşilerden ise; siyaseti; çıkar, rant ilişkilerine indirgenmiş kimsenin sorununu çözmeye niyetli olmayan kirli bir şey, politikacıları da kendilerinden uzak kişiler olarak gördüklerini anlıyoruz. Öte yandan bu tespitin bu gençlerin dışında toplumun büyük bir kesiminin de görüşü olduğunu söylemek mümkün.
Küresel ölçekte bakarsak dünya nüfusunun neredeyse yarısı ‘ akıllı’ tabir ettiğimiz telefonlara sahip değil ve azımsanmayacak bir kısmının da internete ulaşımı yok. İnternet ulaşımı olanların yine azımsanmayacak bir kısmının da ekonomik açıdan kota kısıtları bulunmakta. Sadece telefon ve internet değil tabii, ayrıca son teknolojiye ulaşım açısından da ekonomik, sosyal ve coğrafi farklılıklar bir hayli büyük. Ancak hangi kültürel, ekonomik ve sınıfsal yapıda olursa olsunlar yine de ortak bazı noktalar bulunmakta. Anadolu’da bir laf vardır; “ Testinin içinde ne varsa dışına o sızar” diye… Burada hepimiz genel anlamda kapitalist testinin içinde olduğumuza göre sızan da kapitalist uygulamanın ta kendisi olacaktır. Kapitalizmin Kabesi rekabet olup üstünü kazıyınca altından tekelleşmenin çıktığını görürüz. Bunun yansıması olarak bu kuşağın da yoğun rekabet içinde olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Yine kapitalizmin toplumsalı değil de bireyselliği temel alması yine bu kuşağın bireyselliğe daha hızlı evrilmesini açıklayabilir. Kapitalizmin tüm toplum içinde giderek yabancılaşmayı getirdiği gerçeğinde bu kuşak da kaçamamıştır. Son dönemleri süreğen küresel kriz ortamında – buna bir de pandemi eklenince- sosyal devletin giderek sönümlenmesiyle güvencesizlik /gelecek kaygısı bu kuşağın önemli baş ağrılarından biri olmuştur.
Charlie Warzel bu durumu şöyle özetler; “Z kuşağı aktivizmi şu ana kadar hem idealist hem de distopik açılara eğilimli. Bu idealizm ve distopyacılık arasındaki ortak noktalardan biri, büyük olasılıkla, Joe Bernstein’ın geçen yıl BuzzFeed’de 2010’lu yıllar boyunca teknolojinin kesin etkilerinden biri olduğunu öne sürdüğü yabancılaşmaya dair derin duygudur: “Güçsüzlük, yabancılaşma, yalnızlık ve öfke oluşturan ya da bilgi çağı tarafından körüklenen duygular o kadar genel ki, kolaylıkla onların doğal bir durum olduğunu düşünebilirsiniz; tıpkı orada olduğunu unutuncaya kadar devam eden bir ağrı gibi.”
Öte yandan elbette ki her şeyi testinin kendisinin belirliyor olması imkan dışındadır. Etki varsa tepki de olacaktır. Başka bir dünyanın olabilirliği de bir gerçekliktir. Son altı ayda yaşadıklarımız neo liberal sistemin sönmekte olan bir yıldız gibi içine çöktüğünün resmidir. Z kuşağı kavramını kullanalım ya da kullanmayalım bu çöküşten en çok etkilenenlerin başında bu gençler gelmektedir. Sistemin ideolojik hegemonyasının gerilediği bir dönemden geçerken bu gençler şu ya da bu şekilde politikleştiklerine tanık oluyoruz. Hiyerarşiye temelden karşı unsurların genelini teşkil ettiği bu gençler doğaldır ki hiyerarşik bir örgütlenme içinde olmuyor/ olamıyorlar. Ancak iklim değişikliği, ırkçılık, eğitim sistemindeki çürüme dikkatlerini ve tepkilerini çekiyor, bu ve benzeri konularda tepkileri kolay ve hızlı örgütlenip eyleme dönüşebiliyor. Anımsayalım, Greta Thunberg’in adı İsveç Parlamentosu önünde “iklim değişikliği için okul grevi” pankartını açmasıyla duyuldu. Sonra hızla okul öğrencilerinin okul saatlerinde sınıfları terk edip küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini önlemek için gösteriler yapması eylemleri yaygınlaştı, kitleselleşti. 2019 Eylül’ünde Gelecek İçin Küresel Hafta çağrısına çoğu genç 5 milyonun üzerinde kişi katıldı ki bu küresel bazda hiçbir siyasi organizasyonun başarabildiği bir iş değildir.
Hayri Kozanoğlu’nun dediği gibi;” Elbette belli bir yaş dönemini simgeleyen kuşakların toplumsal sınıfların yerine ikame edilmesi, bir kuşağın taleplerinin sınıf mücadelesinin alternatifi addedilmesi doğru olmaz. Ancak bir dönemin ruh halini, eğilimlerini, değerlerini anlamak açısından genç kuşakların nabzını tutmanın önemi göz ardı edilemez.”
Hal böyleyse…
Sözünü ettiğimiz bu kuşağın kapsadığı gençleri yakın gelecekte ne bekliyor, “gelecek adına umutlu olmanın anahtarının Z kuşağının önümüzdeki döneme damga vurmasından geçtiğine inananların” bu inancını gerçeğe evirecek ne yapmalılar ve onların nabızlarını tutmanın olanakları nelerdir?
Şüphesiz bu soruların çeşitli yanıtları olacaktır. Ancak içinde yaşadığımız koşullarda zaten var olan süreğen küresel ekonomik krizin siyasal bir krize dönüşeceği aşikardır. Küresel boyutta işsizliğin- özellikle genç işsizliğinin- artacağı tespitine katılmayan yok gibi. Krizin dayattığı işsizlik ve göçler yakın gelecekte daha da can yakıcı hal alacak. Bu da hakim güçlerin kaçınılmaz olarak baskı ve şiddete başvurmasını getirecek.
Naslı ki neo liberal sistemin 2008 ekonomik krizi eskinin sinüsoidal salınımlı krizlerinin dışına çıkıp süreğen bir hal almışsa ufukta görünen siyasal krizde süreğen bir hal alacaktır, hatta almaktadır. Avrupa’da ve ABD’de ardı arkası gelen patlamalar, Arap Baharı’nın soğutma çalışmalarını henüz ‘başaramamış ‘ Kuzey Afrika ve Orta doğu ülkeleri, her an bir Gezi korkusu ile yaşayıp dur duraksız Gezi karalamaları yapan Türkiye ve diğer ülkeler…Ağır ağır kaynayan bir dünya coğrafyası…
Bütün bunlar yaşanırken “birleş, tepki ver dağıl” kuşağının artık dağılmadan ve küresel bazda daha uzun erimde bir arada durmasının yolları bulunmalıdır. Her daim kuşağın eylemlerinin gerisinde kalan siyasi organizasyonlar yakın geleceğe dair öngörülerde bulunmalı ve buna göre hazırlanmalıdırlar.
Mevcut siyasi organizasyonlar, bu gençlerin tersine mühendislik yöntemleri ve girdileri hususunda sezgisel biçimde ustalıkları ve yaratıcılıklarından bir şeyler öğrenmeli ve deneyimlerini de aktarmanın yollarını bulabilmelidir.
Şüphesiz neo liberal sistemde karşı hamleler için boş durmamakta devamlı analiz ve raporlamalar yapmakta olup yeni döneme hazırlanmaktadır.
Unutmamak gerekir ki; Bir grubun çevrim içi aktivizmi, bir diğer grup için ‘koordine edilmiş gerçek dışı davranıştır.
Kemal Ulusaler