Home / KIRK ANBAR / ENERJİ / Tepedeki Ağaç.

Tepedeki Ağaç.

Kemal Ulusaler…Kasım 2024

“Dinler ateşböcekleri gibidir, parlayabilmek için karanlığı beklerler.”
Arthur Schopenhauer
Denizden her daim delicesine esen poyraz, tepedeki yalnız ağacı büküyor, eğiyor, büküyordu. Denizden toprağa doğru yatmış yalnız ve sahipsiz bir ağacın öyküsüdür bu.
Pembe, turuncu, sarı, yeşil pastel renklerle bezenmiş büyük bir boşlukta yüzüyordu. Bir balık gibi değil bir kuğu gibi, bir turna gibi…
Kelebekler, kuşlar, papatyalar, gelincikler arasında bir tül gibi kayıyordu. Yok, yok kaymıyor uçuyordu.
Kocadudak fanusunu terk etmiş tülsü solungaçlarını yellendire yellendire yanı başında süzülüyordu.
Çiçekler, kelebekler, kuşlar, bir japon balığı ve Nesli hep birlikte karnaval havasında sonsuz gökte dalga dalga uçmaktaydılar.
Birden, gök tüm renkleri soğurdu, düş renksiz kaldı. Her yer sallanıyor, bariz bir şekilde deviniyor, yükseliyor, genişliyor, daralıyor, iniyor ve çıkıyordu. Gök ve yer, düş ve gerçek birbirine geçmiş gibiydi. Dinginlik ve erinçten karanlık kuyulara ışık hızıyla geçti. Belki de değil.
Ama o bunu çözemezdi.
Öyle mi, Değil mi?
Korktu, korktu, korktu…
Karanlık, karanlık ve hep karanlık…
Bir de kulaklarında – yoksa kafasının içinde mi? – bir uğultu.
Hiç bitmeyen karanlık ve uğultu…
**
Şimdi karanlık yavaş yavaş yerini sonsuz bir beyazlığa bırakmıştı. Yukarıda, sağda, solda, karşıda her yerde beyaz vardı. Beyaz tavan, beyaz duvarlar, beyaz, önlüklü insanlar…
İlk kez annesi geldi aklına; “ Anne” dedi, “ Anneciğim”…İncecik çıkan sesini kendi bile tanıyamadı. Beyaz önlüklü kadın, “Korkma güzel kızım, annen birazdan gelecek. Hadi uyu şimdi biraz!”
Başı ağrıyor, kollarını, bacaklarını hissetmiyordu. Seslenmek istedi bir kez daha ama sesi de yoktu, onu da hissetmiyordu. Kafasını yana çevirdi, pencereden gökyüzünü, gökyüzünü kaplayan kara bulutları gördü.
Sonra o kara bulutlara bindi düşlere daldı düşten düştüğünde kara bulutlar gibi iki kara sakalla karşılaştı. Yine korktu. Korku içine yerleşmişti sanki. Kara sakallı adam “ Korkma kızım, artık güvendesin, yeni evine gidiyoruz, korkma!” dedi. Ama o içindeki korkuyla etrafına baktı yine ve kendisi gibi üç kız daha gördü. Üç çift korkuyla açılmış göz ona bakıyordu. Ağlamaya başladılar bir gözyaşı korosu karanlık geceye bıraktı iniltilerini…
**
Yollar…
Uzayıp giden, kıvrılıp bükülen, inilip, çıkılan yollardan geçtiler. Sisler içinde, ağaçlar içinde, sonsuz topraklar içinde, ışıklar içinde, karanlık yollardan geçtiler. İçin için ağlamalar içinde uyudular, uyandılar, uyudular…Kirli gri bir binaya vardılar. Kara sakallardan, karalar içindeki kadınlara kaldılar. Karalar içindeki kadınlar karalar içindeki çocukların çok yataklı odalarına üç saksı çiçeği bıraktı. Çiçekler iniltiyle kıvrıldıkları yataklarında ağladılar, ağladılar…
Gün doğdu her şeye rağmen doğdu. Doğmasaydı ne olurdu? Nesli bunu düşündü bir vakit. Üç çiçeğe üç kara çarşaf verdiler. Üç çiçek karalar içinde birbirlerine bakıp bakıp güldüler. Gülebilmek ne güzeldi. Sonra kara kadın geldi; “ Gülmek yok, gülmek yasak!”dedi. Eğer büyükler gibi düşünebilseydi Nesli, “ gülmek güzel” derdi “gülersek çoğalırız, mavi oluruz, mavinin her tonu bu dünya için.”
Madem ki çarşaf olacak bundan sonraki kaderimiz kara değil de mavi olsun derdi Nesli büyükler gibi düşünebilseydi.
**
Yurtta yeni hayat yasaklarla başlamış yasaklarla devam ediyordu. Yüksek sesle konuşma, gürültü yapma, gülme! Pencereden dışarı bakma!
Nesli evini, annesini, babasını oyuncaklarını özlüyordu. Özlem dayanılmaz bir baskı iken yok oluşların boşluğu daha da dayanılmazdı. Tüm özlemler içinde gecenin karanlığı en uygun yerdi. Hayaller, eski rüyalar, uykunun içindeki güzellikler…
Günler çok uzundu, çok. Gün ışığı hayallere izin vermiyordu. Nesli gözlerini kapatırdı ki kararsın dünya. Kararsın aydınlık hayaller için.
Kara kadın “bismillah”ı öğretti sonra. Her yerde, her adımda, her köşede “bismillah” vardı. Unutmak olanaksızdı. Unutulduğunda kara el, eline, ensesine, başına iniveriyordu.
Her bir ağaç bismillah derken, her bir meyve, inek, koyun, keçi kedi ,köpek tüm mahlukat bismillah derken sen nasıl unutursun. Vah içinde vah, ah içinde ah…
Madem her şey manen “Bismillah” der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi “Bismillah” demeliyiz.
Vee her yerde olan Allah vardı bir de. Her şeyi bilen, her şeyi gören.
Nesli “tuvalette de mi” dedi. Kara kadın “ her yerde “dedi yine. “Ama o zaman ben tuvalete gidemem ki” dedi.
Korkuyordu, yalnızlıktan korkuyordu.
Korkuyordu; cezalardan korkuyordu.
Korkuyordu; Allah’tan korkuyordu, bir de kara kadından.
Korkuyordu; gelecek günlerden…
**
Asıl korkuyu o gece yaşayacaktı. O gece.
O gece kara kadın;” Bu gece rabıtayı mevt gecesi. Rabıta dinen yapılması meşru olan bir ameldir. “ dedi.
Hepsi bir salonda toplanmıştı, küçükler, büyükler… Kızlardan biri yerde bembeyaz yatıyordu. Korkunç sallantıdan sonraki sonsuz beyazlık geldi aklına, ürperdi. Kızın gözleri kapalıydı. Elleri yanına sarkmış, avuçlara yukarı bakıyor. Ayakları bitişik. Göğsünde, göğsünde bir bıçak, kara saplı koca bir bıçak.
“Ölümü düşünün, öldüğünüzü düşünün! Böyle boylu boyunca uzanmış, kefenlere sarılmış, halinizi…Azrail’in gelip , ‘emaneti ver’ deyişini düşünün!Annenizin, babanızın, kardeşlerininizi, sevdiklerinizin etrafınızda feryatlarla ağlaştığını, çırpındığını düşünün!” diye haykırıyordu kara kadın. Nesli ve diğerleri ağlamaya başladılar. Nesli’nin yine annesi geldi, babası geldi aklına. Daha çok ağladı, ağladı…
Kara kadın bağıra bağıra;” Düşünün, bir mezar kazılmış sizin için, düşünün! Beyazlar içinde toprağa yatırılmışsınız, yüzünüz kıbleye dönük, üzerinize tahtalar çatıyorlar, üzerinize topraklar atıyorlar. Düşünün, ölümü Düşünün!”
Sonra uzaktan uzağa bir müzik sesi geldi. Çocuklar hep bir ağızdan giderek yükselen mırıltılarla bir ilahi söylemeye başladılar
Tahtadan yapılmış bir uzun kutu
Baş tarafı geniş ayak ucu dar
Çakanlar bilir ki bu boş tabutu
Yarın kendileri dolduracaklar.
Yaa Allah, Huu Allahh,Yaa Allah, huu Allahh …

Her yandan küçülen bir oda gibi
Duvarlar yanaşmış tavan alçalmış.
Sanki bir taş bebek kutuda gibi
Hayalim içinde uzanmış kalmış.

Cılız vücuduma tam görünse de
İçim bu dar yere sığılmaz diyor
Geride kalanlar hep dövünse de
İnsan birer birer yine giriyor.

Yaaa Allah, huu Allahh, Yaaa Allah, huu Allahh…
İlahi yükselen seslerle bağıra çağıra sürüyor, çocuklar kara kadın ve diğerleri bir sağa bir sola, bir sağa bir sola sallanıyor, sallanıyor, sallanıyordu. Nesli’de bu girdaba düşmüş sallanıyordu, her yer sallanıyordu. Yine o korkunç uğultuyu duydu. Her yer sallanıyor, duvarlar yıkılıyor, tavan çöküyordu. Olduğu yere yığıldı kaldı.
Ölenler yeniden doğarmış gerçek
Tabut değildir bu bir tahta kundak
Bu ağır hediye kime gidecek
Çakılır çakılmaz üstüne kapak.
Yaaa Allah, huu Allahh, Yaaa Allah, huu Allahh…
İlahi hiç bitmeyecek gibi sürüyor yer gök sallanmaya devam ediyordu…
**
Uykulu gözlerle sabah namazına oradan boğazına dizilen lokmalarla yapılan kahvaltıya, oradan mutfak işlerine, kuran kursuna, edep, ahlak derslerine, zikirlere her yere artık titreye titreye, sallana sallana gidiyordu Nesli. Bir kez hayatına giren o sallantı artık hiç çıkmayacak gibiydi.
**
O sallantılı günlerden biri, kuran kursu saatindeydi işte. Kara kadınlardan biri “Mülk Suresi” diyordu. “ Bugün bunu ezberleyeceksiniz!”
“ Tebarekelleziy biyedihilmulku ve huve ‘ala kulli şey’in kadiyrun. Elleziy halekalmevte velhayate liyebluvekum eyyukum ahsenu ‘amelen ve huvel’aziyzulğafuru. Elleziy haleka seb’a semavatin tıbakan ma tera fiy halkırrahmani min tefavutin ferci’ılbasare hel tera min…”
Sadece tekrarlıyor, tekrarlıyorlardı. Hiçbiri ne olduğunu, ne dendiğini anlamıyor, sallanıyor ve tekrarlıyorlardı. Kara kadın, “ Bu dedi Mülk Suresi. Mülk kainat demektir. Sure der ki Allah her şeye hakimdir, gücü yeter. Sure der ki kainat dünya merkezlidir. Yeryüzü insanlar için dümdüz bir döşektir. Gökler dünya üstünde yedi kattır. O kıyamet günü geldiğinde yıldızlar yeryüzüne dökülürler…”
Sevenler yıldızlar altında şarkı, şiir söylerken Nesli her gece yıldızların üstüne düşeceği korusuyla kabuslar görüyordu. Gök sallanıyor, eğiliyor, yedi kat aşağı ateşten taşlar yağıyordu. Nesli’nin geceleri hayal geceleri olmaktan çıkmış kabusa dönüşmüştü. Melekler , ifritler, cinler, şeytanlar düşlerinde cirit atıyordu.
Sonra” Nebe Suresi’ni” ezberlediler. Yine gökler yedi kattı. Yeryüzü beşik, dağlar kazıktı.
Yeryüzünü de ezberlemişti artık. Beşik gibi sallandığını, hep sallanacağını…
Sure diyordu ki gün gelecek sur üflenecek. Cehennemliklerin azap şekilleri ve cennetliklerin zevkleri…
Cehennemliklere ateş, kaynar sular ve irin sunulurken, cennetliklere ise göğüsleri yeni çıkmış kızlar…
Nesli’nin küçük dünyasına yeni korkular eklendi bu kez; “Her sabah göğüslerine baktı; ya büyürlerse, ya sunulurlarsa cennetliklere “diye korkular içinde titredi durdu hep.

Kara kadınlardan biri bir gün çocukları topladı;” Korkularınız var biliyorum. Korkun Allahtan, resulünden, şeyhimizden, hocalarınızdan, günahtan korkun. Bu korku sizi edep eyleyecek, ahlaklı mümin kılacak. Sadece korkmaktan korkmayın!”

Özellikle günah işlemekten, günahlarınızdan korkun. Bugün günahlarınızdan arınmak için salavat zinciri oluşturacağız. Büyük kızlar, “ Allahümme salli ala Muhammed’in ve ala ali Muhammedin kema salleyte ala İbrahime ve ali İbrahi, inneke hamidun mecid.”şeklinde beş bin kez tekrarlayacak. Sıbyanlar sadece; Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed.” şeklinde tekrarlayacak. Ona kadar sayabilen sıbyanlar ona kadar tekrarlayacak. Bitince yeni bir on, sonra yine eni bir on, sonra yine…
Atlamak, kaytarmak, aceleye getirmek yok. Allah ne yaptığınızı biliyor, görüyor unutmayın.
Nesli de sıbyanlardandı ama ondan fazlasını sayabiliyordu. Saymaya başladı bir ; Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed.” İki, ; Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed.”Üç; ; Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed.” Dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, onbir, oniki, oniki, oniki, oniki, oniki….
Ne zaman gözkapakları düşmüş ne zaman uyuya kalmıştı bilmiyordu. Birden yine o uğultu belirdi. Vücudu deliler gibi sarsılıyordu, sallanıyordu. Başına, ensesine, sırtına yumruklar iniyordu.
“ Cehennemlere gidesice, kalk, uyan, bu ne aymazlık, bu ne günah…”
Kara kadın incecik gövdesini sallıyor, sarsıyor, yumrukluyordu.

**

İnce bir ağaç denize bakan tepede poyrazın zulmüne maruz kalmış eğiliyor, bükülüyordu.
Bir gün o tepeye gidecek olursanız – temennim odur ki; gidecek olmayın, gidin!- o yalnız ve sahipsiz ağacı göreceksiniz – görün- .

Tepede öylesine yamulmuş, düştü düşecek cılız, yalnız ve sahipsiz…

Kemal Ulusaler…Kasım 2024

Check Also

AŞK

Günün Şiiri… Kemal Ulusaler…Kasım. 2024 Aşk. Öldü mumun ışığı Ve Doğdu karanlık gece… Aşk. Altı …