Kemal ulusaler….12 Eylül 2022
“Gıpta edilecek, örnek bir anayasa taslağı nasıl olmalıdır?” sorusuna herhalde en iyi yanıt Şili’de oldukça uzun bir süreç sonrasında ve geniş bir yelpazeyi oluşturan seçilmiş bir meclis tarafından hazırlanarak 4 Eylül 2022 tarihinde halk oylamasına sunulan taslak olmalıdır.
Gelin görün ki böylesi bir taslak halk oylaması sonucunda % 62’lik bir yüzdeyle ret edildi.
25 Ekim 2020 Tarihindeki oylamada aynı halkın % 79’u anayasa değişiminden yanaydı.
Yaklaşık her on Şililiden sekizi değişime evet derken, çoğunluğu önlerine getirilen taslağa hayır dedi.
Neden?
“Önyargıları yok etmek atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.” demiş Einstein.
Şüphesiz bu özdeyişle açıklanabilecek kadar basit olsaydı yanıt işimiz epey kolaylaşırdı. Lakin hiç de öyle değil.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum; Şili, daha doğrusu Güney Amerika ülkeleri ile pek çok benzer olaylar yaşadık ülke olarak ve yaşamaktayız da. Kıtadaki her gelişmeyi analiz edip çıkarsamalarda bulunmak oldukça önemli. Ancak bu konularda yazılanlar bir elin parmaklarından az. Dünya hızla değişiyor. Politik ve teknolojik değişimler, kapitalizm, sosyalizm, sınıf vb pek çok tartışılacak konu ve müteakiben belirlenecek yeni mücadele biçimleri ne yazık ki günlük siyasete kurban ediliyor.
Bu küçük parantezden sonra tekrar Şili’ye dönüp yaşananları şöyle bir irdeleyelim.
2013 Mayısında neredeyse tüm ülkeye yayılıp milyonların sokağa dökülmesine neden olan halk hareketi AKP’yi yerinden edemeden sönümlenirken Şili’de Ekim 2019’da Santiago’da başlayan olaylar o günün iktidarını devirmeye yetti. Olaylar ulaşım zamlarını protesto amaçlı başlamıştı ama tıpkı gezide olduğu gibi uzun yılların baskısına karşı bir direnci içeriyordu. Nitekim, 0,30 CLP’lik ( CLP=Şili pesosu) zam protestosu aslında “no son 30 pesos, son 30 anos” yani, “mesele 30 sent değil 30 sene” sloganıyla 30 yıllık Pinochet faşizmine karşı bir protestoydu. Olayların baskıyla daha da büyümesi üzerine parlamento, bir kurucu meclis kurulması kararı almak zorunda kaldı. Bu meclis halka yeni bir anayasa isteyip istemediğini soracaktı. Gerek bu karar gerekse pandemi süreci tepkilerin sönümlenmesine neden oldu.
Halk oylaması ancak 25 Ekim 2020’de yapılabildi ve yeni anayasa yapılması kararına halkın %79’u evet dedi. Mayıs 2021’de 155 Üyeli Kurucu Meclis seçimi yapıldı ve Meclis aşamalı olarak yeni taslağı hazırlamakla görevlendirildi.
Aralık 2021’de de Gabriel Boriç Başkan seçildi. % 56’ya yakın bir oy oranı, liberal, sosyal demokrat ve sol birlikteliğinden oluşan sınırlı ve kaygan bir zeminde Boriç ülkeyi yeni taslak oylamasına götürecekti. Bu hiç de kolay bir şey değildi. Nitekim taslak sürecinde, merkez solun köklü değişimden çok reforma odaklanması, bizdeki yetmez ama evetçilerin benzer bir versiyonu olan liberallerin tutumu ve bir yığın örgütsüz / bağımsız(!) bireyin sündürdüğü taslak soldan yana birçok kırılmayı içinde barındırırken sağ oldukça bütüncül bir tutum sergiledi. “Herkesin Evi” olarak adlandırılan Kurucu Meclis gerçekten de öyleydi. Örgütlü olmayı almazsa olmaz bir kriter olarak gören biri olarak şu “aktivist” sözcüğüne bir türlü ısınamadım. Toprağa inemeden buharlaşan yağmur damlaları olmaktan öte dağıtıcı bir özelliği olduğuna da inanmışımdır hep. Nitekim Kurucu Meclis’in çoğunluğunun oluşturanlar aktivist / bağımsızlardı. Kurucu Meclis’in 155 üyesinden 37’si sağ ittifak, 25’i merkez sol, 28’i sol ve kalan 65’i aktivistlerden oluşmaktaydı. Özellikle aktivistlerin özünde haklı da olsa ana taleplerden uzak dönem için detay sayılabilecek pek çok maddeyi taslağa sokması taslağı olağanüstü şişirmiş 499 maddelik sayfalar dolusu bir taslak ortaya çıkmıştı.
Bu kadar çok madde konusunda halkın bilgilendirilmesindeki zorluktan öte sermaye tarafından bolca cımbızlanarak maniple edilmesine de olanak sağlanmıştır.
Öte yandan sağ elindeki paranın ve medyanın gücünü kullanarak bu dağılımın açıklarını süreç içerisinde çok iyi kullandı. Bunlardan bazısı halkın meclise olan güvenini sarsan olaylardı. Örneğin aktivistler içinde sivrilip Meclis Başkan Yardımcısı olan Rodrigo Rojas Vade’nin sokak eylemleri boyunca lösemi olduğunu ve sağlık sisteminden yararlanamadığını sık sık dile getirmesi ancak daha sonra kanser olmadığının anlaşılmasıydı. Vade başkan yardımcılığından istifa etse de meclis üyeliğinden istifa etmemişti. Özellikle bağımsızların bu ve buna benzer etik olmayan davranışları sağ blok tarafından çokça kullanıldı. Buradan çıkarılacak ders örgütlere değil kişilere dayalı politikaların ne kadar riskli olduğudur.
Sağın elindeki gücü kullanmasından söz etmişken bunu biraz daha açalım. Şili sermayesi paranın gücüyle büyük medya üzerindeki denetimi sayesinde taslağı çeşitli yalanlarla kötüledi. Derinlerde yatan korkuyu, milliyetçilik gibi duyguları sürekli kaşıdı.
Yılların sağ propaganda yığımı, taa ilkokuldan itibaren yerlilerin varlığını inkar ( bizdeki inkar politikalarının benzeri), yine yabancı olmadığımız tek bayrak, tek millet söylemleri ile beslenen milliyetçi damarı taslakta yer alan “çok ulusluluk ve özerklik “ maddeleri ile tetiklemek zor olmasa gerek. Nitekim Şili sermayesi süreç boyunca bu konuları gündemde tutarak bölünme kaygılarını besledi.
Kullanılan başka bir malzemede dindi. Katolik Şililere kadının kendi bedeni üzerinde söz hakkı çok yabancı geldi.
Bilinç düzeyi nispeten düşük, okuma araştırma alışkanlığı olmayan( geçim sıkıntısı, uzun çalışma saatleri, ayakta kalmak gibi dertlerinden dolayı zaten buna zaman da bulamayan), yoksul kesimin kulaktan dolma bilgilere itibar edeceği çok açıktır. Bu kesim anayasa gibi kağıt üzerinde gördüğü değişikliklerin, hayatını değiştireceğine inanmamaktadır. Genellikle hızlı çabuk sonuç alacağı pratik çözümlere odaklama eğilimindedirler. İş, barınma, geçim, sağlık gibi konular acil çözüm aradığı konulardır. Çevre, feminizm gibi konuların bir hayli uzağındadırlar. Dolayısıyla bu referandumda da hayır oyları en çok gelir düzeyi düşük, yoksul kesimlerden gelmiştir. Acil çözüm beklediği sorunlara ilişkin öncelik verilip, yoksulluğun giderilmesi üzerine söylem yerini pek çok detaya bırakmıştır.
Diğer taraftan son oylama da göstermiştir ki çoğunluğu oluşturan emekçi kesimle Şili solunun bağı kopuktur. Bu bağı oluşturacak oluşumlar ya hiç yoktur ya da oldukça zayıf kalmışlardır.
Ülkemiz özelinde Sol Parti program ve tüzüğünde de yer alan Meclislerin ( mahalle, işyeri ve kitle örgütleri) oluşturulmasının önemi bu bağlamda bir kez daha öne çıkmaktadır.
Pinoche Anayasa’sı despot, sosyal güvenliğin ve kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirildiği, Şili’yi neoliberalizme kilitleyen, yerlileri inkar eden, yok sayan, halkın haklarını göz ardı eden faşist bir anayasaydı. Bu anayasanın çöpe atılarak, Santiago’daki sokaklarda talep edilen eşitlik, suya ulaşım, barınma, parasız eğitim ve sağlık gibi temel unsurları içeren daha sade bir taslak üzerine çalışmak şimdi çok daha elzemdir. Boriç ve yakın çevresi de bu oylama sonucundan ders çıkaracağı işaretlerini vermektedir.
Elbette toplum bilincinin mevcut sınırları ve kapitalist/emperyalist gücün yıkıcı faaliyetleri içinde bu hiç de kolay olmayacaktır.
Görünen o ki hem Şili coğrafyasında hem de ülkemizde sokağın örgütlenmesi yönünde alınacak dersler, deneyimler ve yüz yüze çalışma görevi bugün daha bir önemle önümüzde duruyor.
Merhaba Kemal
Güzel bir inceleme ve araştırma yazını keyfiyle okudum.
Ülkemizle ilgili benzerlikleri, uygulama yanlışlığını, çıkışın sokağın sorunlarını çözmek için onlarla beraber olmanın öneminin altını çizmişsin her şey den önce yüz yüze örgütlenmenin çok önemli olduğunu belirterek yazıyı sonlandırmışsın.
Kalemin hiç tükenmesin. Sevgi ve selamlar.