Ali ekber Pekşen…01Temmuz 2020
1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Jose Saramago; “Körlük” kitabında, günümüz covit-19 pandemisine benzer salgın şeklinde yayılan bir körlüğü anlatır.
Enlem ve boylamlarla tanımlanan bir “coğrafyası” olmayan ve adı belirtilmeyen bir ülkenin, bir yerleşim biriminde; trafikte bir sürücünün aniden görme yeteneğini kaybetmesiyle başlayan körlük, hızla yayılır. Hiç bir bilimsel açıklaması olmayan körlük, hemen herkes tarafından bir salgın hastalık olarak algılanır. İnsanlar; beyaz bir süt denizinin içindelermiş duygusuyla, körlüğü yaşamaya başlar.
Aniden kör olan insanlar; devlet tarafından daha önce akıl hastanesi olarak hizmet veren atıl durumdaki bir binada karantinaya alınır. Dışarıyla tüm ilişkileri kesilir. İletişim, mikrofonlardan belli saatlerde yapılan anonslarla sağlanmaktadır. Karantinaya alınan insanlarla hiç kimse görüşmez, muhatap olmaz. Adeta ölüme terk edilirler.
İnsanlar karantinada çaresizlikleriyle yüz yüzedir… Beslenme ve temizlik gibi temel insani ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları, tedavi ve bakımlarının nasıl olacağı gibi hayati konularda bile, bilgi alabilecekleri bir devlet organı ya da görevlisi bulunmamaktadır. Seslerini duyuracakları bir yetkili onlarla muhatap olmamaktadır. Yalnızca “güvenlik görevlileri” binanın ana girişine konuşlanmışlardır. Görevleri; binadan çıkmaya çalışanları, “etkisiz duruma” getirmektir.
Terk edilmişlik duygusu körlerin yaşantısında önemli yer tutar. Örgütlenememek en büyük sorunlarıdır. Karantina binasında, meşakkatli bir hayat egemendir. Zorluklarla karşı karşıyadırlar ve hayatlarını zorlaştıran durumlarla kendi başlarına mücadele etmeleri gerekir…
Portekizli Jose Saramago; çaresizliğe teslim olanların yok olduğunu vurgulamakta ve sistemi değiştirmenin yolunun örgütlü olmaktan geçtiğinin mesajını vermektedir. Ve ve ve insanın acımasızlığının, aynı zamanda insanı acizleştirdiğini vurgulamaktadır. İnsanın bilinçaltı doyumsuzluğunun, zaaflarının; “zevk alma” adına, egoların tatmini uğruna, başkalarına karşı acımasız davranışlara kaynak teşkil ettiğine örnek yaşantıları işlemektedir…
Kapitalizmin; aşama aşama insanı ve değerlerini yok ettiği yönetim anlayışının; liberal demokrasi diye yutturulmaya çalışılan sömürü düzeninin, “körlük metaforu” üzerinden eleştirisinin yapıldığı bir roman denilebilir.
Mutlak sınırsız yetkilerle donatılmış otoriter yönetim anlayışı, çıkmaz sokaktır. Bu anlayışın ürünü yönetim; faşizmdir, diktatörlüktür… Bu uygulamanın somut göstergeleri; iktidar ya da hükümetin; insanların can güvenliğini, sağlığını korumayla ilgili önlemler almak yerine, popülist politikalarla ve “güvenlik” anlayışını ön plana çıkaran siyaset diliyle günü kurtarmaya çalışmasıdır. Bu çıkmaz sokağın karanlık olduğunu, hukuksuz olduğunu, adaletsizliklerle dolu olduğunu,…., dillendiren her kişi, kurum ve kesimin, hamaset kokan bir dille aşağılanması ve aşağılayıcı çeşitli sıfatlarla politika malzemesi yapılmasıdır.
Yaşadığımız zorlu günler; “körlük” duygusuyla ve bireyselleşerek aşılamaz. Tüm demokrasi güçleri birlikte davranmak, asgari müştereklerde birleşmek ve demokrasinin inşası için örgütlü mücadele etmek zorundadır…
Yakın zamanlarda yaşadığımız; “Darbelere Karşı Demokrasi Yürüyüşü”, “Savunma Yürüyor” etkinlikleri oldukça anlamlıdır ve tüm demokrasi güçlerinin desteğini hak eden eylemlerdir… Öteki türlüsü; “körlük” olur…
Geleceğe umutla bakmanın yolu, örgütlü olmaktan, birlikte olmaktan geçer…
Not:
Nobel edebiyat ödülünün gönlümdeki sahibi; faili gizlenen cinayetle katledilen Sabahattin Ali’dir. Kürk Mantolu Madonna ve diğer yapıtlarıyla en büyük ödülün sahibidir… Anısına sonsuzca saygılar…