Merhaba; 01 Ocak 2008 Tarihinde Birgün Gazetesinde haftalık köşe yazıları yazmaya başlamıştım. Aynı yılın güzünden itibaren de halkın gündelik dertlerini, sevinçlerini, tasalarını, umutlarını kurgulanmış bir kahvehane ve mudavimlerinin ağzıyla -bir bakıma sokağın kendi ağzıyla- yine aynı köşeden yansıtmaya çalıştım.
Bu tip köşe yazıları eskiden bazı gazetelerde az da olsa yer buluyor ve sevilerek okunuyordu. Son yıllarda ülke medyasında bu tip köşelere artık pek rastlanmıyor. Hatta hemen hemen hiç…Her neyse lafın kısası, bu serüven on yıldan fazla sürdü… Epeyce bir aradan sonra şimdi, bu kez bu portalda zaman zaman Cumartesi yazıları içerisinde yine Sırçınar Kahvesi’ne uğrayacağız.
Önümüzdeki haftadan itibaren Sırçınar’a bir acı kahvemi içmeye bekliyorum.
Bu arada Sırçınar’ı tanımamış, daha önce okumamış olanlar için ilk yazımı bu gün buraya koyuyorum. görülecek ki aradan oniki yıl geçmiş olmasına rağmen pek bir şey değişmemiş bu ülkede.
Haftaya buluşmak üzere…
**
Sırçınar sohbetleri…
Sırçınar, neredeyse her kırk-elli yetişkin erkeğe bir kahvehanenin düştüğü bu ufku sabit ülkenin sıradan bir kahvehanesidir. Dumandan rengi kararmaya dönmüş duvarlarında futbol takımı posterleri, manzara resimleri, promosyon duvar takvimleri ve birde titreyip duran floresan lambadan yansıyan üvey gölgeler vardır sadece. Koca çınarın altında ise sigara ateşine aşina tahta masalar, eğreti sandalyeler… Sarı-kızıl yaprakların halı gibi örttüğü toprak, kökleri bağrında üç asırlık çınarla birlikte bu coğrafyanın suskunluğunun sırrını barındırıyorlar taa içlerinde bir yerde.
Sırçınar Kahvesi’nde konuşulanlar sır değildir. Mahallenin kedileri dar sokaklara taşır patileri ile konuşulanları. Birde cami avlusundan kırk adımda yüz kırk lakırdı taşıyan ihtiyarlar.
Kahve sakinleri pek şeffaftırlar. Kasap Hüseyin, Hacı’nın mintanının kaç gündür sırtında olduğunu bilir. Hacı da Kasap Hüseyin’in altına alıp oturduğu ayağındaki çorapta kaç delik olduğunu bilir. Herkesin her şeyi bildiği bir mekândır burası.
Her yere oynaya oynaya giden kahveci Şiktan’dan limonlu bir çay istiyorum. Çayı limonlu istemem değil de yüksek sesle sipariş etmeme kızıyor en çok. Yıllardır benden başka hiç kimsenin çayı limonlu içmemesine rağmen bu limon işinin yaygınlaşacağı korkusu suratını her defasında ekşitmesine neden oluyor. Ekşi suratla, ekşi çayımı getiriyor. Gazeteyi açıyorum keyifle, ama kulağım masalarda, Sırçınar’ın sırlarına açık…
Cenap Hoca krize takılmış;
– Faturayı yine bize ödetecek bu burjuva deyyusları… diyor.
Maliyecilerden yaka silkip dükkânını devreden Hoşaf Sami hopluyor bu laf üzerine;
– Maliyenin bodur meşesi irsaliye mi gönderdi ki fatura kesecek.
Üç kuşak öteden sosyal demokrat Kasap Hüseyin Hacı’ya takılıyor;
– Yoksul düşmanı, zengin dostu AKP bu. Faturada keser, racon da.
Hacı hafiften sinirleniyor;
– Servet düşmanlığı yapan komünistlerin nesli tükendi sanıyorduk yanılmışız belli ki.
Cenap Hoca; – Anadolu’da zenginlere hacı derler. Hatta kimi hacıağadır. İslam zengine hacca gitmeyi, zekât vermeyi farz kılmış. Yoksullar ise bu farizadan muaf kılınmışlar. Fitre ve zekât islamın vergisi ise ve yoksullar bundan muaf tutulmuşsa siyaseten de neden yoksullar vergiden muaf tutulmasın?
Kasap Hüseyin hemen atıldı.
-Öyle ya, madem ki laiklik elden gidiyor, gidiş o gidiş hani. Biz yoksullara vergi de farz değildir arkadaş.
Hacı;- Vergi namus tur, vereceksin illaki..
Hoşaf Sami;- Boş versene sen. Siz namusu kime teslim ediyorsunuz? Devlete mi, Deniz Feneri’ne mi?
Şiktan çayları masaya bırakırken yılışarak lafa karışıyor;
– Fenere değil Galatasaray’a Galatasaray’a… Hem de dördü bir arada.
Sami Galatasaraylı kızıyor;
– Lan oynak, sulandırma siyaseti…
Oğlu yeni işe girmiş Turan Usta’nın kaygılı gözleri Cenap Hoca’nın gözlerinde bir umut arar gibi soruyor;
– Ne dersin Cenap hoca bu Obama Krizi çözebilir mi?
Kasap Hüseyin; – Çözer mi, düğümler mi orası belli olmaz.
Hacı; – Her Hüseyin’i kendin mi sandın. Müslüman kanı var bunda. Alnı secdeye değmiş bir adam evladı o…
Cenap Hoca; – Onun için mi Ortadoğu ziyaretinde Filistinlilere 40 dakika, İsraillilere 24 saatini ayırdı? Onun için mi alnı secdeye değmiş Pakistanlıların topraklarına gerekirse izinsiz girer bombalarız dedi? Onun için mi İran’ı vurmaktan söz etti? Boş versene Hacı. Şeytan saklanacak yer arıyor bu üzer, üzmez Hüseyinleri gördükçe.
Turan Usta;- Doğru dedin be Cenap Hoca. Hepsi bir bu domuzların. Biri tencere biri kapak yani…
Hacı kuşunu arayan bir kafes gibi suskundu şimdi. Sırçınar’ın tanış olduğu bu suskunluğu yine Kasap Hüseyin bozdu: – Tıkandın mı Hacı? Tıkandığın yerde infilak et de arkadan gelen hayatın önü açılsın!
Kahkahalar, başlayan güz yağmuruna karıştı. Küçük meydanı kaplayan sarı-kızıl yaprakların altından süzülüp mahallenin dar sokaklarında kayboldu…
Kaybolup giden hayatlar gibi…
Kemal Ulusaler
Elinize sağlık, ne güzel olmuş.