Kemal Ulusaler…26 Nİsan 2023 Çarşamba
Merhaba;
Sevgili Pahihi takipçileri, okumayı sevdiğinizi, yazma isteğinizin de zaman zaman gıdıklandığını biliyorum. Bu sayfaya girdiğinizde ben de sizin zihninize girdiğimi düşünüyorum. Yok, korkmayın. Bu sadece bir düşünce, varsayım. İşte bu varsayımdan yola çıkarak okumak ve yazmak konusunda da bir araya gelebileceğimiz kanısına kapıldım.
Goethe, “İki ömrüm olsun isterdim; biri yaşamak, diğeri okumak için” demiş. Pek çoğumuz okumak için ikinci bir ömrü hak ediyor. Peki salt okumak yetiyor mu? Bana yetmiyor örneğin. Ya size?
Kişi bir okuduğunu bazan bir kez daha okumak ister. Yetmez, birileriyle tartışmak ister. Neden, niçin, nasıl gibi sorular yanıt bekler. Okumak beslenmek gibidir. Her gün yeniden, yeniden acıkırız. Aslında yazılanlar iki hayat arasında köprüdür.
Kafka çocukluk arkadaşına, “Kitaplar, içimizdeki donmuş denizi kıran baltalar olmalı,” diye yazmış. Bu metafordan oldum olası etkilenmişimdir diyor M.Popova ve devamla; ne kadar gerçekçi ve aynı zamanda ne kadar şiddetli olmasından. İyi bir kitap gerçekten de kökten değişimin kendisidir ve evet, bizi daldığımız uykulardan çekip çıkarması bazen acımasızcadır. Ama bu değişim, genellikle bizi tedavi eder, yaratıcılığımızı artırır.
Kafka’ya kulak verip içimizi ısıtmak için bugün itibariyle -birazda her daim sürmekte olan okuma edimimize katkı olması babından- okuduğum kitaplar, öneriler ve yazmaya dair söyleşileri kapsayacak bir sayfa açıyorum.
Sizlerin de okuduklarınız ve yazdıklarınıza bu sayfanın açık olduğunu bilmenizi isterim.
**
HAFTANIN KİTABI
Balıkların Bildikleri; Sualtında Yaşayan Kuzenlerimizin İç Dünyaları.
Metis, Bilim yayınlarından çıkan bu kitabın yazarı, Jonathan Balcombe. Balcombe, bir etolog ve yazardır. ( Etoloji, hayvanları inceleyen bir bilim dalı olup, özellikle evrim nöroanatomi ve ekoloji gibi bazı bilim dallarıyla sıkı bir iş birliği içinde yürütülen, laboratuvar ve alan çalışmalarını kapsar.) Balcombe, Washington DC’deki Humane Society Üniversitesi’nde Hayvan Çalışmaları Bölüm Başkanı olup uluslararası alanda hayvan davranışları ve insan-hayvan ilişkileri üzerine dersler vermektedir.
Bu kitabı okumama beni iten ne oldu?
Öncelikle denize çok yakın bir yerde doğdum ve ilk yaşım itibariyle deniz ile içli dışlı oldum. Son dokuz yılımda da bir sahil ilçesinde yaşamaktayım. Denizle, dolayısıyla da deniz canlılarıyla neredeyse her gün beraberim. Sabahları yüzmenin dışındaki en önemli ritüelim balıklarla, denk gelirsem ahtapotlarla eyleşmek ve söyleşmektir. Yanlış okumadınız aynen yazdığım gibi, balıklarla iletişimim bir hayli ileri seviyededir. Onları kimi zaman besler, kimi zaman incelerim. Zaman zaman birlikte oyun oynarız; kum eşelemece, kabuk attırmaca gibi oyunlar…Hatta hatta bazılarının beni tanıdığına bile inanmışımdır. Balıkların birbirleriyle oyunlarına çokça tanık oldum. Kurdukları sosyal ilişkiye de…Bütün bunlar onlar hakkında daha fazla bilgi edinme ihtiyacını doğurdu bende. Şimdi deniz ve deniz canlıları hakkında ne bulursam okumaya çalışıyorum. Size de öneririm.
Dönelim kitabımıza;
Kitap hakkında şu tanıtıma yer vererek başlayayım;
“Balık düşünmez, o her şeyi zaten bilir.” Böyle der Rus yazar Platonov bir romanında. Öte yandan balıkların bitkilerden hallice olduğu düşünülür genelde. Suların bu sessiz sakinlerini “süs” olarak akvaryumlara koyar, “eğlence” olsun diye avlarız. Hafızalarının üç saniyeyle sınırlı olduğunu ve acı çekmediklerini düşünür, onlara reva gördüğümüz muameleye pek kafa yormayız. Balıkların Bildikleri’nde etolog Jonathan Balcombe, son zamanlarda artan balık araştırmalarının yanı sıra kendi deneyimlerine dayanarak, çoğumuzun aklındaki balık imajını altüst eden bir tablo çiziyor. Yaygın varsayımların aksine, balıkların “sadece hissetmekle kalmayıp aynı zamanda çevrelerinin farkında olan, iletişim kuran, sosyalleşen, alet kullanan, erdemli, hatta entrikacı canlılar” olduklarını gözler önüne seriyor ve her biri ayrı bir birey olan bu hayvanları “ahlaki kaygı çemberimizin dışına sürme eğilimimizi” sorgulamamız gerektiğini vurguluyor. Balıklar neler görür ve duyar? Birbirlerini nasıl tanırlar? İnsanları da tanıyabilirler mi? Acı ve sevinç hissederler mi? Kişilikleri var mıdır? Zekâ gerektiren işlerde performansları nasıldır? Neler öğrenebilir ve öğrendiklerini ne kadar süre hatırlayabilirler? Nasıl işbirliği yapar, hangi toplumsal kuralları ve hiyerarşileri gözetirler? Yavrularını korumak için hangi yaratıcı yöntemlerden faydalanır ve cinsiyetler arasında nasıl bir işbölümü yaparlar? Kendi “kültürleri” var mıdır? Bu soruların ve daha nicelerinin cevaplarını merak eden okurlarımızı, nefeslerini tutup balıkların renkli dünyasına dalmaya davet ediyoruz.”
Tamda bu tanıtım yazısında değindiği gibi bu deniz canlıları akıl almaz bir dünyanın varlıkları bizi biz yapan kuzenlerimizdir. Sözün özü biz ne yaşıyorsak onlarda bize hala çok yabancı bir dünyada aynılarını yaşıyorlar. Bunu belirli oranlarda görüyordum. Görüp bildiklerim, kitabı okuyunca daha da pekişti.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, bizler bu canlıların dünyasına son derece yabancı, tek yönlü ve önyargılıyız. Bu yazıyı besleyecek görseller ararken balıklar hakkındaki görsellerin nerdeyse yüzde dokuzunun üç kalemden oluştuğuna tanık oldum; avcıların elinde, balık tezgahında, tava ve ızgarada… Riyanın bir başka türlüsü de bir yandan çocuklara deniz canlıları dünyasının sevimli yüzü aktarılırken yetişkinlerin son derece tek yönlülüğü ve gaddarlığıdır.
Daha fazla uzatmadan buraya bir de yazarla yapılmış bir röportajı koyuyorum; iyi okumalar…
BALIKLAR VE İNSANLAR
Balıkların bildikleri, insanların bilmedikleri
15 Nisan 2021
33 binden fazla bilinen türü bulunan balıkların sosyal yaşamı ve davranış biçimleri bizim için hâlâ büyük ölçüde meçhul. Kur yapan, stratejiler geliştiren, bağ kuran bu su canlılarına dair bilmediklerimiz, önyargılarımız ve işimize gelmeyen gerçekleri Balıkların Bildikleri’nin yazarı Jonathan Balcolme’dan dinliyoruz…
Balıkların bugün karşı karşıya olduğu en büyük tehlike ne? Onlar için yapabileceğimiz bir şey var mı?
Jonathan Balcolme: Balıkların derdi çok büyük. Ticaret ve zevk amaçlı balıkçılık balıkların nüfusunu elli yıl öncesine göre yarı yarıya azalttı, üstelik bu trend hâlâ devam ediyor. İnsanlar bugün geçmişte hiç olmadığı kadar balık tüketiyor; balıkların sudaki yaşam alanları iklim değişimi, asitleşme, mercan beyazlaması, ses kirliliği de dahil olmak üzere plastik ve kimyasal atıklardan kaynaklı kirlenme yüzünden eşi benzeri görülmemiş bir tehditle karşı karşıya. Balık nüfusunun azalma hızı bu şekilde devam ederse, uzmanlar 2050 yılında balık türlerinin kaybolacağını tahmin ediyor. Balıklar küresel ekosistem için öylesine önemli ki, sağlıklı balık nüfusu olmaksızın insan da bu yok oluşun ardından varlığını sürdüremez. Çoğumuz gezegenimizdeki oksijenin yarısından fazlasını okyanusların ürettiğinden dahi habersiziz. …
(Benim notumdur: Bilinenin aksine dünyada oksijenin ana kaynağını ormanlar değil okyanuslar oluşturuyor. Dünya yüzeyinin üçte ikisini kaplayan okyanus ve denizlerde yaşayan su yosunları, dünyadaki oksijenin yaklaşık yüzde 80’ini üretiyor).
…
Sizce balıkların hisseden canlılar olarak algılanmamasının başlıca sebepleri neler?
Balıklar bizimkinden çok farklı bir fiziksel ortamda evrimleşti. Bu yüzden bizim hassasiyetlerimize nispeten yabancı olduklarını söyleyebiliriz. Suda yaşayan canlılar olarak, sempati hissimizi memelilerin tetiklediği kadar tetiklemiyorlar. Mutsuz olduklarında ya da acı çektiklerinde çıkardıkları sesleri işitemiyoruz. Gözlerini kırpmıyorlar, zaten gözleri sürekli suyun içinde ıslandığı için buna ihtiyaçları yok. Balık yaşamının karmaşık yönlerine, dalış ve sualtı fotoğrafçılığındaki teknolojik gelişmeler sayesinde, ancak 20. yüzyılda tanık olabildik. Tamamen yanlış bir yargı olsa da, çoğu insanın balıkların ilkel ve aptal varlıklar olduğunu düşünmesine şaşmamalı.
İnsanlar kendilerine özgü eylemler ve değerler üzerinden diğer hayvanların zekâsına dair kanaatler geliştiriyor. Düşünen hayvanlar, insanlar gibi davranmadıkları için zekâsı düşük canlılar olarak algılanıyor. Sizin de belirttiğiniz gibi, tüm hayvanlar hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları koşullar açısından zeki canlılar. Hatta insan dışındaki birçok hayvan olağanüstü bir zekâya sahip. Bize balıkların zekâsına dair birkaç örnek verir misiniz?
Bilim balıkların acı hissetmediğine dair art niyetli masalı çürütmekle kalmadı, aynı zamanda balıkların zeki, duygusal, hatta bazen Makyavelist olduğunu gösterdi. Balıkların kişilikleri var, plan yapıyor, tanıyor, anımsıyor, kur yapıyor, oyun oynuyor, yavrularını büyütüyor, yenilik, hile ve iş birliği yapıyor, işaretlerle iletişim kuruyor, hesap tutuyor, erdem gösteriyor, bağ kuruyor, kültür taşıyor, görsel yanılsamalara kanıyor, görerek öğreniyor, zihni haritalar çiziyor ve farklı şekillerde hareket ediyorlar. Örneğin, resiflerdeki aç orfozlar bir müreni birlikte ava çıkmaya çağırmak için bir kafa hareketi kullanır. Takım oluşturarak hareket eden orfozlar ve mürenler tek başına avlananlara göre daha başarılıdır. Orfozlar ayrıca mürenlerin dikkatini çekmek için gizlenmiş avları işaret ederler, bu tür “gönderimsel sinyaller” sadece çok az sayıda büyük beyinli hayvanda gözlenmiştir. Balıkların hafızası da kuvvetlidir, aynı sürüyü paylaştıkları balıkları muhtemelen ömür boyu tanıyabilirler. Güncel bir araştırma okçubalıkların insan yüzlerini tanıyabildiğini göstermiştir. Temizlikçi lapinalar geçici ve kalıcı gıda kaynaklarına dair bir bilişsel testte şempanzelere, orangutanlara, maymunlara ve bir araştırmacının dört yaşındaki kızına nazaran daha yüksek puan toplamıştır. Ringa balıkları osurarak iletişim kurar, şaka değil. Çeşitli balıklar insanları da aldatan bazı görsel yanılsamalara kanar, diğer bir deyişle bir balığın kanıları vardır ve bu kanılar tıpkı bizimkiler gibi hatadan muaf değildir. Ayrıca, balıklar zevk hissedebilir. Orfozlar, vatozlar, mürenler ve muhtelif köpekbalıkları güvendikleri dalgıçlara sırtlarını okşatmak için yaklaşan balıklardan sadece bazıları.
Hakikat öyle olmasa da zekânın hissedebilmenin bir parçası olduğuna dair bir algı mevcut. İnsanlar balıkların ne kadar zeki olduğunun farkında olsaydı, onları hisseden canlılar olarak kabul etmelerinin daha kolay olacağına inanıyor musunuz?
Hayvanlar hakkında yazdığımda ve konuştuğumda, bilgiden tefekkür doğacağını, bunun da davranışsal değişime yol açacağını umut ediyorum. Ama araştırmalar birçok insanın fikirlerine yeni bir bilgiyi umursamayacak seviyede tutunduğunu gösteriyor. Yine de yeni bir bilgiden etkilenebilecek ve iki uç arasında tarafsız olan açık fikirli çok sayıda insan mevcut, özellikle bu bilgi bilimsel bir meşruiyete dayanıyorsa. Hitap ettiğim kitlenin çoğunluğu da sanırım bu tür kişilerden oluşuyor.
Balıkların Bildikleri’nde, balıkları daha yakından tanımak için yapılan ve balıkların zarar görmediği, akabinde salıverildikleri deneylerden söz ediyorsunuz. Sonuçların tekil balıklar için iyi olmadığı durumlarda, balıklara dair yeni şeyler öğrenmek için balıkların kullanılması gereksinimini kafanızda nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Keşke araştırmacıların deneklerine saygıyla yaklaşması ve zarar vermeme ilkesini gözeterek çalışması yaygınlaşmış olsaydı. Gerçekte ise atıfta bulunduğum birçok çalışma zarara yol açıyor. Atıf yaparken bu çalışmaların bulgularının balıklara saygı duymamızı ve hayatlarına özenle yaklaşmamızı sağlayarak en nihayetinde balıklar için fayda üreteceğini umut ediyorum. Ancak, belli bir çalışmaya atıfta bulunmamın o çalışmayı onayladığım anlamına gelmediğinin de altını çiziyorum. Bilim insanları yenilikçidir, ben de hayvanların zekâsını ve duygu dünyasını tüm yönleriyle ortaya koyacak çalışmaların onlara zarar vermeden tasarlanabileceğine inanıyorum. Bu ilkeye sadık kalmaya gayret eden ve sayıları gittikçe artan bilim insanlarını takdir ediyorum.
Bilimin tarihsel olarak, bilinci insan dışında herhangi bir canlıya atfetme konusunda çekingen olduğunu söylüyorsunuz. Bir balığın acıya olan reaksiyonunun basit bir uyaran tepkisi olduğu sıkça iddia edilen bir şey. Araştırmalar bu konuda ne gösteriyor?
Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nden balık biyoloğu Victoria Braithwaite’in 2010’da yayınlanan Do Fish Feel Pain? (Balıklar Acı Hisseder mi?) adlı kitabı uyuşturulmuş alabalıklar üzerinde uygulanan ve bu canlıların tıpkı bizler gibi mekanik, kimyasal ve ısı uyaranlarına karşı farklılaşmış sinir reseptörlerine sahip olduğunu ortaya koyan detaylı deneyleri özetliyor. Bu reseptörler balığın beynine sinyaller gönderiyor ve tehlikeli uyaranlardan kaçınmayı işaret eden davranışsal değişimler meydana geliyor. Arı zehiri ve sirke enjekte edilen balıklarda solungaç atım hızı yükselirken yan etkisi bulunmayan bir tuz çözeltisi enjekte edilen balıklarda pek değişmiyor. Zehir ve sirke enjekte edilen balıklar aynı zamanda akvaryumun dibinde daha çok zaman geçiriyor, bir süre beslenmeyi bırakıyor ve bazı balıklar enjeksiyon bölgesini rahatlatmak istercesine çakıllara ya da cama sürtünüyor. Ayrıca, bu alabalıklar akvaryumlarına yerleştirilen yabancı nesneler (Lego parçaları) karşısında olağan korku hislerini kaybediyor. Böylece, acı verdiği tahmin edilen bir uyaran, balığın yeni bir nesneyi tanıma ve ondan kaçınma gibi daha yüksek bir seviyede bilişsel davranış sergileme becerisini zayıflatıyor. Araştırma ekibinin vardığı sonuç zehir ve sirkenin yol açtığı acının alabalığı hayatta kalmaya dair alışıldık davranışları gösteremeyecek derecede rahatsız ettiği yönünde. Balıklarda acı hissine dair en ikna edici bulduğum şey ise bildik ağrı kesicilerin acı veren uyaranları bastırdığı gözlemi. Örneğin, zehir enjekte edilen alabalıkların olağandışı davranışları ağrı kesici verildikten sonra yok oldu ve kısa sürede beslenmeye başladılar. Bu konuda başka bir uzmanın, Liverpool Üniversitesi’nden Lynne Sneddon’un yürüttüğü bir çalışmada, asetik asit zerk edilen zebra balıklarının ağrı kesiciye ulaşmak için zorluğa katlanmaya razı olduğu görüldü. Asit verilen balıklar akvaryumun normalde uzak durdukları boş bir bölümüne ağrı kesici konduktan sonra karar değiştirip o bölmeye doğru yüzerken, tuz çözeltisi enjekte edilen balıklar o bölmeden uzak durmaya devam etti.
Balıkların hafızası da kuvvetlidir, aynı sürüyü paylaştıkları balıkları muhtemelen ömür boyu tanıyabilirler. Ayrıca, balıklar zevk hissedebilir. Orfozlar, vatozlar, mürenler ve muhtelif köpekbalıkları güvendikleri dalgıçlara sırtlarını okşatmak için yaklaşan balıklardan sadece bazıları.
Tüm bu araştırmalara rağmen, konunun hâlâ tartışma yaratıyor olmasını nasıl yorumluyorsunuz? İnsanlar balıkların acı hissettiği gerçeğine ayak mı diriyor?
Balıkların acı hissetmesi işimize gelmeyen bir gerçek. Bir kurbana zarar veren faaliyetleri devam ettirmek o kurbanın üzerinde düşünmeye değer olmadığına inanan biri için hem pratik hem de ahlâki açıdan daha kolay. Ticari balıkçılar, su ürünü yetiştiricileri, akvaryum koleksiyoncuları, market zincirleri ve elbette tüketiciler dahil olmak üzere birçok insan balıkların acı ve ıstırap hissinden muaf oldukları inancından ya maddi kazanç elde ediyor ya da başka bir şekilde faydalanıyor.
Balıkların sessiz olmadığını, ses üretmek için diğer bütün omurgalılara göre daha fazla yöntem kullandıklarını öğrenmek özellikle şaşırtıcı. Bu az bilinen ve çok önemli bir keşif. İnsanların balıkları “duymalarına” izin veren teknolojiler neler? Balıklar ne tip sesler üretiyor? Bu sesleri iletişim kurmak için nasıl kullanıyorlar?
Evrim sürecinde su yerine havadaki titreşimleri algılayabilecek kulaklar edindiğimiz için balıkların ürettiği seslerin çoğuna sağırız. Sesin balık iletişimi ve toplulukları için ne kadar önemli olduğunu ancak geçtiğimiz yüzyılda, sualtı seslerini saptayabilen teknolojiler ilerledikçe fark edebildik. Balıklar, farklı akustik alet çantaları sayesinde, hakiki bir ses senfonisi üretiyor, özellikle perküsyon kısmında. Vızıltı, gümbürtü, cırıltı, gıcırtı, homurtu, patırtı, tıkırtı, takırtı, mırıltı, hırıltı, inilti, cıvıltı, uğultu, gurultu ve ıslık çıkardıkları sesleri tarif eden bazı sıfatlar. Hatta bazı balıkların çıkardığı sesler öylesine dikkat çekici ki, isimleri bile bu seslerden geliyor, örneğin davul balığı. Ringa balıklarının daha önce bahsettiğim osurukları, görsel ipuçlarının etkisiz olduğu gece karanlığında akustik bir iletişim yöntemi işlevi görüyor.
Balıkların bir de insanların görmezden geldiği, birbirleriyle ilişkileri ve sosyal hayatları var. Düzensiz bir sürü ile düzenli sürü arasındaki farkı açıklayabilir misiniz? Balıkların birbirleriyle ne tür ilişkileri var?
Balıklar için temel sosyal birim düzenli ya da düzensiz bir sürüdür. Düzensiz sürülerde bir araya gelen balıklar birbirleriyle etkileşime girer ve sosyalleşir. Birbirlerinin mevcudiyetinin farkındadırlar ve grup içinde kalmaya gayret ederler. Ancak birbirlerinden bağımsız bir şekilde yüzerler, herhangi bir anda her bir balık farklı bir yöne yüzebilir. Düzenli sürüler ise, düzensiz sürülerin özel bir halidir. Bu tür sürülerde balıklar daha muntazam bir şekilde bir arada yüzer, hepsi aynı hızda ve aynı yönde ilerler, birbirleriyle mesafeleri aşağı yukarı sabittir. Rastladığınız bir düzensiz sürüdeki balıklar muhtemelen yiyecek arıyordur, Güney Afrika kıyılarında doğuya doğru ilerleyen bir milyon ringa balığından oluşan düzenli bir sürü ise göç ediyordur. Düzenli sürüler düzensiz sürülere göre daha uzun ömürlüdür. 33 binden fazla bilinen türü bulunan balıklar geniş bir yelpazeye yayılan sosyal davranışlar sergiler, bunların çoğu bizim için hâlâ meçhul. Tanık olduğumuz sosyal davranışlardan bazıları kur yapma, yavru büyütme, karşılıklı koruma, türler arası işbirliği ve erdem. Yüzden fazla türü bulunan ve müşteri tabir edilen balıkların temizlikçi balıklardan parazit ayıklama ve kaplıca masajı hizmeti aldığı ortak yaşam, doğadaki en çok incelenmiş ve karmaşık karşılıklılık örneklerindendir. Türler arası gönderimsel iletişimin bir örneği de orfozların mürenleri resifte birlikte ava çıkmak için bir kafa hareketiyle çağırmasıdır. Bu, insan dışındaki hayvanlarda son derece ender tanık olduğumuz üst düzey bir bilişsel davranış.
Aynı türdeki balıklar insan gözüyle bakınca çok benzer görünüyor. Peki balıklar birbirlerini nasıl ayırt ediyor?
Balıklar görsel yönleri son derece gelişmiş canlılar, görsel ipuçları birçok tür için bireylerin birbirlerini tanımasında muhtemelen önemli bir rol oynuyor. Bazı balıkların tanıdık bir balığın yüzü ters çevrildiğinde tanımakta zorlandığı yakın zamanda keşfedildi. Bu tür bir etki insanlar için de mevcut. Bir Alman araştırmacı ekibinin 2016’da yayınladığı çalışma da akvaryumda balık besleyenlerin nesillerdir iddia ettiği bir şeyi teyit etti: Balıklar insan yüzlerini tanıyabiliyor. Koku hissi de balıkların iletişiminde önem arz ediyor, bazı türlerin bunu da bireyleri tanımakta kullandığı sanılıyor.
Balıkların haz dahil farklı hisleri deneyimlediğini belgeleyen araştırmalardan sizin en sevdiğiniz anekdotlar neler?
Balıkların birbiriyle bağ kurabildiği aşikâr, ancak kendilerini besleyen insanlarla da bağ kurabiliyorlar. Birkaç okuyucumdan evlerindeki balıklarla oynadıkları oyunlara ve paylaştıkları yakınlığa dair mektuplar aldım. Örneğin, Seattle’dan bir kadın her gün işten eve döndüğünde dokuz yaşındaki balon balığı tarafından karşılanıyormuş, birbirlerinin yüzüne dakikalarca bakıyorlar ve balık genelde daha sabırlı çıkıyormuş. Başka bir okuyucum mavi diskus balığıyla oynadığı kovalamaca oyunundan bahsetti. O akvaryumun kenarında sağa sola hamle yaptıkça Jasper da onu takip ediyormuş. Yorulduklarında okuyucum avuçlarını çanak biçimde birleştirerek suya daldırıyor, Jasper oraya doğru yüzüyor ve okuyucumun başparmakları tarafından okşanırken mutlu mesut dinleniyormuş. Bazı balık sahiplerinin yüzgeçli “evcil hayvanları” öldüğünde en az kedisini ya da köpeğini kaybeden başkaları kadar derin bir yasa boğulmalarına şaşırmamalı. Eğer bir balığın insanlarla güven ilişkisi kurabileceğinden ya da bir okşamanın onlara iyi gelebileceğinden şüphe duyuyorsanız YouTube’da biraz vakit geçirmenizi tavsiye ederim. Sokulma ve temas etme şeklindeki davranış biçimine bazı araştırmalarda da rastlıyoruz. Örneğin doğal ortamlarında avlanan cerrah balıkları stresle baş etmek için hareket halindeki dalların yanında yüzüyor ve ortaya çıkan dokunsal uyarım sayesinde kanlarındaki kortizol seviyesi düşüyor. Aynı balıklar sabit duran dalları ise görmezden geliyor.
Balıkların kişiliğine dair nasıl deneyimleriniz oldu?
Gözlemlerimiz balıkların kendine has bireyler olduğunu gösteriyor. Bazıları daha utangaç, bazıları daha cesur, bazıları ise daha yaratıcı ve akıllı. 2017’de yayınlanan bir çalışmada, İngiliz araştırmacılar tutsak lepistesleri korku duyacakları durumlara maruz bırakıyor. Maket bir balıkçıl kuş ya da daha büyük bir balıkla aniden karşılaşan lepisteslerin bu durumla baş etmek için farklı stratejiler kullanması araştırmacılar için şaşırtıcı oluyor. Bu stratejilerden bazıları daha fazla cesaret gerektiriyordu. Ayrıca, bu stratejilerin zaman içerisinde tekil balıklar için tutarlı olması, bunların rastgele tepkiler olmaktan ziyade kişilik farklılıklarını yansıttığını gösteriyordu.
Bir arkadaşımın kocaman bir balık havuzu var. Beslediği Japon balıklarını çok seviyor, onlarla vakit geçiriyor, isim takıyor, farklı kişilik özelliklerini gözlemliyor. Ona bu balıkları besliyor olmasının kendisini başka balıkları yemekten alıkoyup koymadığını sordum. Hiç öyle bir durum olmadığını, balığın tadına bayıldığını, yediği balıkların beslediği balıklardan çok farklı olduğunu söyledi. Akvaryum sahibi pek çok kişi de benzer bir düşünceye sahip. İnsanlar kedileri hem besleyip hem de yemiyor. Söz konusu balıklar olunca bu tutarsızlık neden hasıl oluyor?
Biz de kediler gibiyiz. Gündelik hayatımızda aksamalara tahammül edemiyoruz. Balık yiyerek yetiştirildik; onların daha ilkel, soğukkanlı, düşünmekten, hissetmekten, acı çekmekten aciz yaratıklar olduğunu öğrendik. Önyargılarımız kemikleşti. Öyle ki, bize duygusal açıdan dokunan olgulara tanık olsak da bu olguların derinlerindeki mânâya dair körleşebiliyoruz. Arkadaşınız empati hissini bir bağlamdan diğerine aktarmakta beceriksiz. Havuzda yüzen Japon balıkları ile tabağına gelen somon ya da tipali balığı zihninde farklı bölmelerde yaşıyor. Gerçekte ise hisseden, acıdan kaçınan, haz arayan, kuvvetli bir yaşama iradesi gösteren varlıklar olarak ahlâki açıdan eşitler.
Sosyal medyanın yaygınlığı ve bazı meseleleri ana akımın gündemine sokma becerisi hayvanlara gösterdiğimiz muamelenin değişmesine katkıda bulunabilir mi, böyle bir umudunuz var mı?
Hayvanlar için daha iyi bir dünya kurmaya çabalayanlar açısından değişim hızı moral bozucu olabilir. Ancak, değişim gerçekleşiyor ve gittikçe de hızlanıyor. İnsanoğlunun tarihsel olarak ahlâki gelişiminden teselli buluyorum. Henüz birkaç nesil önce, insanlar sömürgeciliğin ve kurumsallaşmış köleliğin yarattığı vahşeti benimsemişti, kadınlar oy verme hakkından mahrumdu, insan hakları toplumun sadece belli kesimleri için geçerliydi. Elbette bu ve başka alanlarda yapılması gereken çok iş var, ama neyse ki, ahlâki gelişim jeolojik değişimden çok daha hızlı ilerliyor. Bugün hayvanlara dair ahlaki kaygılar daha önce hiç görülmemiş bir seviyede. Hayvanlara reva gördüğümüz vahşeti durdurmaya yönelik yasalar yürürlüğe giriyor. Veganlık hem daha yaygın hem de daha inandırıcı bir olgu haline geldi. Dünyadaki et arzının neredeyse yüzde 40’ını tüketen Çin’de hükümet yaşayan, nefes alan ve hisseden varlıklardan elde edilen et yerine laboratuarlarda üretilen “temiz et”in geliştirilmesi için 300 milyon dolardan fazla yatırım yaptı. Elbette hayvan hakları hareketi içerisinde bu gelişmelere kötümser yaklaşan ve omuz silken birçok kişi var, ama ben onlardan değilim. İlerleme için içinden geçebileceğimiz birçok kapıya, hayvan hakları düşünürü Tom Regan’ın sözleriyle, “çok sayıda kürek tutan çok sayıda ele” ihtiyacımız var. Bir bireyin balıklara veya herhangi bir hayvana yardım etmek için yapabileceği en iyi şey onları yemekten kaçınmak.
Kitabınızı okuyanların ne tür bir kazanım elde etmesini arzu ederseniz?
Umarım kitabım okuyanların kendilerini daha az seçilmiş ve imtiyazlı hissetmesine yol açar. İnsanların özel olduğuna dair inatçı inancı biraz olsun sarsabilirsem harcadığım emeğe değdi demektir. Bu, insanların harika olmadığı anlamına gelmiyor, elbette öyleyiz. Ancak, diğer her bir tür de harika. Geçmişte ve günümüzde dünyayı saran tüm marazların, ırkçılığın, şiddetin, savaşın, cinsiyetçiliğin, türcülüğün, iklim krizinin kökeninde bir grubun başka bir gruba göre daha üstün olduğuna dair gizli bir zihniyet mevcut. Büyüklük kompleksimizin en görünür olduğu yer diğer hayvanlara olan tavrımız. Hiçbir varlığın bir manati, disk kanatlı yarasa ya da guguk kuşu olarak dünyaya gelme konusunda bir seçimde bulunmadığını ve her canlının kendi yaşamını istediği gibi yaşamaya eşit hakkı olduğunu aklımızdan çıkarmazsak iyi olur.
Çeviren: Yiğit Atılgan