Ulusal Kurtuluş savaşı sonrasında, Cumhuriyet’i var edenlerin modern, çağdaş, demokratik, laik bir ulus yaratma çabaları, savaş yıllarının sınırlı ve zor koşullarına, ekonomik imkânsızlıklara rağmen uzun süre sürdürülmüştür. Ankara’da yapılan imar çalışmaları ve buna bağlı olarak yaşanan sosyal ve kültürel dönüşüm ülkenin diğer kentlerine de örnek olmuştur.
Ankara Kenti, Cumhuriyet’in ilanından önce sönük, içine kapanık, yoksul bir kasaba iken, emperyalist işgalcilere karşı başlatılan ulusal kurtuluş mücadelesi öncesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmesiyle birlikte yeniden dirilecektir.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin “karargâhı” olan Ankara, Büyük Zafer’in ardından 13 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in başkenti ilan edilir. Artık Ankara, Cumhuriyet’in Yönetim Merkezidir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bir taraftan Cumhuriyet İdeolojisinin ve Devrimlerinin Anadolu’ya yayılması için çalışırlarken, diğer taraftan yurt çapında eşit, dengeli, çağdaş ve demokratik bir ülke yaratmak için seferber olmuşlardır.
Modern, Çağdaş bir Türkiye yaratma ülküsü, örnek başkent Ankara’da öncelikle düzenli bir kentleşme ilkesi çerçevesinde planlama çalışmaları ile başlamıştır. 1924 yılı mayıs ayında Ankara Belediyesi kurulur. Kent için ilk gelişme planı, aynı yıl Alman uzman Heusstler tarafından hazırlanan biri eski Ankara, diğeri de Yenişehir bölgesinde tasarlanan planlardır. Gene aynı yıl bir Macar şehircilik uzmanına yaptırılan imar planına göre Yenişehir bölgesinde konut yapımına başlanmış, cumhuriyetin ilanı ve Ankara’nın başkent olmasıyla birlikte, kentin hızlı bir biçimde büyümesi yeni bir plan elde edilmesi ihtiyacını doğurmuştur.
PLANLI GELİŞME VE CUMHURİYETİN BAŞKENTİ
Yeni ülkenin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından, yeni başkentin bir plan çerçevesinde düzenlenmesi ve gelişmesi kararının alınmasının ardından, 1928 yılında İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak Ankara İmar Müdürlüğü kurulur ve ardından “İmar Planı Yarışması” düzenlenir.
Yarışmayı kazanan Hermann Jansen’in planına göre çalışmalara başlanır. Bu plan Ankara kentinin başkentlik işlevini ön planda tutarak hazırlanmış, kamu hizmetlerinin yoğunlaşmasını dikkate alan bir arazi kullanımı öngörmüştür. Ankara’nın “Bozkırda Bir Çiçek” olmasında mimari yapıtların yanı sıra, kent yaşamını destekleyen kentsel açık alanların planlanması da kuşkusuz çok önemlidir.
Ankara’da gerçekleştirilen tüm mekânsal düzen yeni bir yaşamın inşasına yöneliktir. Cumhuriyet ideolojisinin yaşamsal ve mekânsal olarak kurgulandığı kenttir Ankara. Kentin kimliğini belirleyen bu ideolojidir. Ankara kenti özellikle başkent olmasından buyana, diğer bir deyişle küçük bir kasabadan Yeni Cumhuriyet’in Başkenti kimliğine geçiş sürecinde, özgün ve önemli planlama kararlarına sahne olmuş ve bu kararlar doğrultusunda üretilen mimarlık yapıtları ve kamusal açık alanlarla donatılmıştır. Kamu binaları, kültür yapıları, eğitim binaları, kamusal açık alan düzenlemeleri, bankacılık ve finansal yapılar, sanayi kuruluşları, lojman ve konut yapıları bunlara örnek gösterilebilir.
Ulusal Kurtuluş savaşı ve sonrasında da çökmüş ve harap olmuş bir ülkeden, yeni demokratik Cumhuriyet bilim, akıl ve planlama kararlarıyla yeniden inşa edilmiş, kurucu irade, birçok alanda kalkınma hamlesi başlatmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, 17 Şubat 1923 tarihinde, ülkenin dört bir yanından gelen delegelerle İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak açılışta yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:
“Efendiler! Yüce heyetinizin bugün toplamış olduğu Türkiye İktisat Kongresi çok önemlidir, çok tarihîdir. Nasıl ki Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi felâket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak konusunda Misak-ı Millî’nin ve Anayasanın ilk temel taşlarını hazırlamak konusunda etkili olmuş, girişimci olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, millî tarihimizde ve millî hayatımızda en kıymetli ve yüksek hatırayı kazanmış ise, kongreniz milletin ve memleketin hayat ve gerçek kurtuluşunu sağlamaya araç olacak kuralların temel taşlarını ve ilkelerini hazırlayıp ortaya koymak şekliyle tarihte en büyük adı ve çok kıymetli bir hatırayı kazanacaktır.” İktisat kongresinde, emperyalizme karşı bağımsızlığını kazanmış olan ulusun ekonomik alanda da bağımsızlığını kazanması ve kalkınması için önemli kararlar alınarak uygulamaya konulmuştur.”
Bugün geldiğimiz noktada ülkenin bütün kaynaklarını hoyratça tüketen, haraç mezat satan bir yapıyla karşı karşıyayız. Cumhuriyetimizin birikimlerini, kurucu değerlerini, planlı gelişme ve kalkınma modelini ve kamu yararını dikkate almayan, tam tersine bilinçli bir politikayla bu değerleri ve birikimleri yok sayan ve ortadan kaldırmak için bütün araçları kullanan siyasal iktidar var. Bu iktidar, kent topraklarını, ideolojik yaklaşımları doğrultusunda yeniden şekillendirmek ve bunu hesaplaşmanın bir aracı hâline dönüştürmek için bütün araçları kullanmıştır.
Başta anayasa olmak üzere birçok yasa ve yönetmelik ters yüz edilmiş ve kentlerimiz birer sorun yumağı hâline getirilmiştir. Deprem vergisi adı altında toplanan vergiler, kaynaklar, saray çevresinde kümelenmiş bir avuç yandaşın zenginleşmesi için harcanmış ve halkımız yine çaresizlik içerisinde bırakılmıştır.
CUMHURBAŞKANLIĞI STRATEJİ VE BÜTÇE BAŞKANLIĞI DEPREM RAPORU 2023
Yaşadığımız büyük felaket, içi boşaltılan devlet kurumları, beceriksizlik, kaynakların fütursuzca heba edilmesi ve alınmayan önlemler adeta devleti de enkaz altında bırakmıştır. Bu yaşananların sorumlusu tek adam rejimi ve içi boşaltılmış kurumlar ve kötü yönetimdir. Resmî açıklamalara göre 50 bin yurttaşımızın hayatını kaybettiği, on binlercesinin yaralandığı ve birçoğunun çaresizlikte göç etmek zorunda kaldığı, on bir ilimizi doğrudan etkileyen Kahramanmaraş ve Hatay depremi raporu beceriksizliğin ve yanlış politikaların itirafı gibidir.
“Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı” Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri 2023 Raporu sayfa 27-28’e göre:
“Ülkemizde afet riski taşıyan alanların ve yapıların dönüşümü/yenilenmesi amacıyla yürütülen kentsel dönüşüm çalışmalarına bakıldığında, şehirlerde özellikle çok eski konut alanlarında finansman, mülkiyet vb. sorunlar nedeniyle yenileme çalışmalarının istenilen hızda gerçekleştirilemediği görülmektedir.”
Yine aynı başlığın devamı olan 30. sayfa ise:
“Kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında riskli yapıların yenilenmesi, finansmanını emsal artırımına dayalı olarak oluşturan alanlarda parçacıl olarak gerçekleştirilmiştir. Bu durum yapı yoğunluğu yüksek yeni konut alanlarının oluşmasına yol açmıştır.”
Raporda belirtilen diğer tespitler ise:
“Teknik kapasite ve personel yetersizlikleri, kentsel verileri (bina, mülkiyet, plan, ruhsat, jeolojik etüt, dere yatağı vb.) içeren bilgi sistemlerinin yetersizliği gibi nedenlerle de imar planlarında doğru plan kararları alınamamakta, afet riskine açık yapılaşmaları içeren kentsel dokular oluşabilmektedir.”
“Diğer yandan, maliyeti yüksek olmakla birlikte depremlere karşı dayanıklı olduğu genellikle kabul edilen çelik konstrüksiyon yapıların da oldukça düşük oranda olduğu görülmektedir. Depreme maruz kalan illerdeki yapı stokunun büyük oranda betonarme olması verisinin yorumlanabilmesi, hasarlı binaların taşıyıcı sistemi konusunda daha detaylı bilgi edinilmesiyle mümkün olabilecektir. Ayrıca, yapı izni olmayan binalar için de veri toplanması gerekmektedir. Yapı izni olmayan binalar proje ve yapım aşamasında herhangi bir kontrol ve denetime tabi tutulmadığından daha yüksek risk taşımaktadır.”
Binlerce yıllık mimarlık birikimini, tarihi ve kültürel değeri içinde barındıran kentlerimize baktığımızda, kentleri var eden, tarihsel ve ulusal değerlerin siyasal iktidarlar tarafından, giderek unutulduğunu, ortadan kaldırılmaya çalışıldığını üzülerek görmekteyiz. Günümüzde bu değerlerin (evrensel değerlerin) yerini giderek rant politikaları almakta, kentlerimizin büyük bir bölümü kaçak yapılaşmakta, yapılan yapıların büyük bir kısmı bilimsel gerçekleri dikkate almayan, plansız, mimarlık, mühendislik hizmeti almadan gerçekleşmektedir. Oysa kentler sosyal yaşamın, gelişmenin, çağdaş ve sağlıklı yaşam alanlarının üretildiği, içinde yaşayanların keyif ve mutluluk duyduğu, güvenli, depreme dirençli yerler olmak zorundadır.
Dünyamızı tehdit eden küreselleşme ve “yağmacı” anlayış, insanlarımızın anayasal hakkı olan, barınma hakkını, yaşama alanlarını, binlerce yıllık kültür mirasını ortadan kaldırmakta, dünyamızın ve kentlerimizin geleceğini olumsuz yönde etkileyerek dostluğun, kardeşliğin, barış içerisinde bir arada yaşamanın önünde engel oluşturmaya devam etmekte ve “farklılıklar” çatışmaların gerekçesi olarak öne sürülmektedir. Oysaki “farklılıklar” kültürel zenginliğin, kültürel ve doğal uyumun vazgeçilmez öğeleri olmalıdır.
Yasa koyucuların, kamu görevlilerinin sorumluluğunun yanı sıra, yapı üretim sürecinde yer alan aktörlerin, karar vericilerin ve meslek insanlarının, sorumluluğu bu bağlamda toplumsal ve kamusal ihtiyaçların, aynı zamanda, kaynakların tasarımı ve doğru kullanımı yoluyla, teknoloji ile sosyal, ekonomik gereksinimler arasında köprü kuran bir disiplin olarak değerlendirilmelidir…
Yaşadığımız bütün bu olumsuzluklara rağmen bizler; bilim insanları, plancılar, mimarlar, mühendisler ve sivil toplum örgütleri, kentin gerçek sahipleri olarak, dünyamızın ve kentlerimizin daha yaşanılır, daha sağlıklı, güvenli, deprem gerçeğini dikkate alan, kentin olanaklarından herkesin eşit yararlandığı yaşam alanlarının yaratılması yönünde çabalarımızı sürdürmek zorundayız.
Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi, ülkemizi ve kentlerimizi “İkinci Yüzyıla” hazırlamak için, çağdaş dünyanın önümüze koyduğu sorumlulukları, gelişmeleri, akıl, bilim ve uzmanlığı, merkezinde insanın olduğu, planlı gelişmeyi ve kentleşmeyi dikkate alarak hazırlamak zorundayız. Bunun için 15 Mayıs tarihinde 13. Cumhurbaşkanı Ülkeyi kaçak saraydan değil, “Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkünden yönetecektir.
“Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü” günümüzde sonradan görme birçok sahte yönetici ya da zenginin gösterişli, saray konakları yanında, konforsuz bir kulübe olarak nitelendirilebilecek bu basit bağ evi, Yeni Türkiye’nin ve Cumhuriyet Yönetiminin ne büyük zorluklar ve sıkıntılarla kurulduğunu en iyi belgeleyen belgelerden biridir.”
Geleceğimizi kendi irademizle belirleyeceğimiz, demokrasi, özgürlük ve bir arada kardeşçe yaşama kültürüne sahip çıkacağımız önemli bir eşikteyiz. Bu çabalar aynı zamanda, dostluğa, kardeşliğe, farklı kültürlerin barış içerisinde bir arada yaşamasına, demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin, bir yaşam biçimi olarak yaygınlaşmasına aynı zamanda kentlerimiz adilce paylaşımın ve dostluğun mekânları olmasının yolunu açacaktır. Hepimize kolay gelsin!
Ali Ulusoy,
1957 ‘de Ankara’da doğdu. Gazı Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu. Yerel yönetimler, Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı, kentsel dönüşüm, kentsel katılım ve afet konularında özel ilgi alanlarıdır. 1989-2009 arasında Yurtiçi ve Yurtdışında çok sayıda mimari proje çalışmaları ve uygulamalarında bulundu. TMMOB’nda çeşitli bölümlerde görev aldı. 2009-2014 tarihleri arasında Çankaya Belediyesi Başkan Yardımcısı, 2014-2019 tarihleri arasında Başkan Danışmanlığı yaptı. 2014-2019 tarihlerinde Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. 2019-2021 Mersin Büyükşehir Belediyesi, Genel Sekreter Yardımcılığı, 2021’den bu yana Bodrum Belediye Başkanlığı’nda Planlama, Strateji Geliştirme ve Projeler Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.