Pandemi tehlikesi küresel çapta atlatılmış değil. Ülkemizde de günlük vaka ve ölüm sayıları bir hayli yüksek. Son günlerde birbiri ardına gelen yangın, taşkın gibi felaketler çok daha az can kaybına neden olmasına rağmen pandeminin önüne geçtiler. Anlayacağınız pandemi kanıksanmış, kabullenilmiş vaziyette. Lakin pandemi bu yazının konusu değil. Bu yazıda son günlerde yaşan afetler, yansımaları ve toplumsal davranışlarımıza bir göz atalım istedim.
*toplum olarak olaylara nasıl baktık,
*nedenler üzerinde ne kadar hızlı karar verdik,
* karar mekanizmalarımızın içinde bilginin yeri neydi,
*sosyal medya ve basın bizi nasıl etkiledi,
*vardığımız sonuçların çözüme ne kadar etkisi oldu,
*İnandırıcılığımızın sorgulanmasına neden olduk mu?
Gelin önce ne olduğuna bir bakalım. Son yaşanan afeti yani taşkını ve taşkın özelinde Kastamonu/ Bozkurt’ta olanları irdeleyelim. Geçtiğimiz günlerde Batı Karadeniz’i Zonguldak’tan Sinop’a kadar olumsuz etkileyen taşkınların en çok zarar verdiği yerlerden bir Kastamonu’nun Bozkurt ilçesi oldu. Büyük maddi zarar ve can kaybı var. Bu yazı yazılarken can kayıplarının artışından söz ediliyordu. Görüntüler korkunç, çaresizlik üst boyuttaydı. Son yılların en büyük can kaybı yaşanan sel felaketlerinden biri yaşanmıştı. Doğaldır ki toplum olarak etkilendik. Henüz yanan ormanların dumanı tüterken ve söndürme konusundaki yönetim zafiyetlerine ilişkin tartışmalar son bulmamışken bu yaşananlar tepkiyi daha da tetiklemişti.
Tıpkı yangınlarda olduğu gibi ortaya doğruluğu netleşmemiş bilgiler – hatta komplo teorileri- akmaya başladı. Hızla karar vermiş barajları patlatmıştık. ( Bu patlama söylemine pek yatkınmışız meğer. Ören yangınında da Termik santralı ‘patlatmıştık’ anımsayın.)
Nasıl böyle bir karara varmıştık? Baraj kapağı patlar mıydı? Sorgulamadık. Hemen inandık. İnanmakla da kalmadık bu bilgiyi hızla, yorumlarımızı da katarak yaydık. Toplum nezdinde inanırlığı kalmamış yöneticiler haberi yalanlasa da inanmadık. İnanmadık çünkü yalanları doğrularının çoook çok önüne geçmişti epey zamandır. Güvendiğimiz medya kuruluşlarına, haber portallarına, takipçisi bol sosyal medya fenomenlerine inanacaktık elbet. Öyle de yaptık. Peki böyle yaptık da doğru mu yaptık?
Önce bazı televizyon ve haber portallarında Ezine Çayı üzerindeki Ebru HES’in kapaklarının patladığı iddia edildi. Daha sonra Yeniçağ Gazetesi çiftçilere giden mesajı kanıt gösterdi ve iş bitti.
Peki bu haberleri yapan iddiaları ortaya atanlar olayı tespit edebilmiş miydi? Hayır. Peki aksini söyleyen, iddiaları yalanlayan yöneticiler inandırıcı bir görüntü, bir belge sunmuş muydu? Hayır.
İşte böyle bir ülkeyiz. Somut değil, soyut yaşıyoruz.
Karar mekanizmalarımızda bilgiden çok duygu, duyum vardı. Ne yazık ki ne olup ne olamayacağına ilişkin gerçek bilgi sunması gereken işin sahipleri de refleks gösteremedi, toplumu bu konuda aydınlatamadı.
Elimde Ebru HES’e ilişkin son görüntü yok. Ancak biliyorum ki Ebru HES nehir tipi bir santral. Rezervuarı yok.
Nehir tipi HES’lerde regülatörler su alma yapısının ilk aşamasını oluşturur. Bir akarsudan suyu alacağı bölüm, çökeltme ve yükleme havuzları, su kanalı, cebri borular ve santral binasından oluşur. Depolama yapılmadığından baraj gölü yoktur veya çok küçüktür.
Fotoğrafta gördüğünüz gibi suyun bir kısmı çaydan yandaki regülatöre alınıyor ve kanala gönderiliyor.
Yükleme havuzundan da cebri borularla santrala
Rezervuarlı hesler ise bir bendin, barajın arkasında biriktirilen suyun yüksekten düşmesi ile elde edilen düşüş hızını kullanılarak enerji üretirler.
Sol fotoğrafta gördüğünüz üzere baraj gövdesinin yanında savak kapakları mevcuttur.Bu kapaklar baraj altındaki nehir yatağına suyu vermekte ya da barajın fazla suyunu tahliye etmekte kullanılır. Sağdaki resimde görüleceği üzere türbine başka bir kanaldan su verilerek enerji elde edilir.
Görüleceği üzere nehir tipi heslerde ne patlayacak bir kapak vardır ne de ani deşarja neden olacak boyutta bir rezervuar. Sadece suyun azaldığı dönemlerde akarsu yatağına can suyu bırakacak kapak vardır o kadar.
Patlama olasılığı – daha doğrusu kopma olasılığı- olan rezervuarlı heslerin savak kapaklarıdır. Ve koptuğunda rezervuarından ani su boşalmalarına neden olurlar. Nitekim geçmişte bu tür kazalar olmuştu.
Örneğin Diyarbakır’da.
Fotoğrafta soldan birinci kapağın koptuğu görülüyor. Ancak bu tip santrallerde de birden fazla kapak bulunur ve hepsinin aynı anda kopma ihtimali zayıf olduğundan devasa deşarjların önüne geçmeye çalışılır.
Bütün bu bilgileri en fazla yarım saat içerisinde internet üzerinde toplayabilirsiniz. Ancak toplumumuzda sorgulama kültürü ve bilgiye ulaşma çabası olmaması, ulaşılan bilgilerin karşılaştırılıp ayıklanması gibi eğitim sistemimizin eksikliğinden kaynaklı zaaflar bizi kulaktan dolma bilgiye yöneltiyor. Kahvehanelerimiz, türkü barlarımız, meyhanelerimiz, evlerimizin oturma salonları, lokaller her konuda uzman herbokologlarla doludur. Futbolu en iyi biz biliriz, politikayı da, Ekonomi mi? Tam uzmanlık alanımız.
Tarımda çiftçi halt etmiş kırk yıllık birikimini elimizin tersiyle iter, akıl veririz. Her şeyi bildiğimiz gibi her şeye de karşıyızdır. Toptancı zihniyet sahibiyizdir. Ret ettik mi toptan ret ederiz. Ya da aksi…
Bizim doğrularımız mutlaktır…
Gelin görün ki her şeyi bilen böyle bir toplumdan çok az bilim insanı çıkarmışız.
Dönelim konumuza, kulaktan dolma bilgilerle yapılan haberlere…
Yukarıdaki her üç haberde de Ebru HES hakkında hiçbir bilgi edinilmediği görülüyor. Rezervuarlı bir santral kabulü yapılıyor ve onun fotoğrafı konuyor.
Belge olarak da Sulama Birliğinin bünyesinde bulunan sulama göletlerine ilişkin rutin açıklaması araştırma gereği görmeden sunuluyor.
Çok uzatmayacağım, sorumlu gazeteciliğin/haberciliğin gerekleri vardır. Hayatın her alanında eylemlerimizle söylemlerimiz çelişmemelidir. Aksi durumda hem öz saygımızı hem de toplumun saygısını yitiririz. Aynı zamanda güvenini de.
Gazetecilik/ habercilik için de bu durum geçerlidir.
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ni bir kez daha okuyalım;
Gazetecinin sorumluluğu;
Gazeteci; basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüstçe kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele eder. Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler.
Gazetecinin temel görevleri;
Gazeteci; halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüğünü kullanırken kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçekleri çarpıtmadan aktarmak zorundadır.
Gazeteci, kaynağını bilmediği bilgi ve haberleri yayınlamaz; kaynak açık olmadığında, yayınlamaya karar verdiği durumlarda da kamuoyuna gerekli uyarılarda bulunur.
Gazeteci; bilgiyi yok edemez, görmezlikten gelemez, metinler ve belgeleri değiştiremez.
Gazeteci, yayınlarıyla ilgili her yanlışı en kısa sürede düzeltmekle ve gerektiğinde özür dilemekle yükümlüdür.
Fotoğraflarda yansıtılan gerçekliği deforme edecek ekleme, çıkarma, kolaj veya montaj yapılmamalıdır. Fotoğraf çekilemeyen özel durumlarda animasyon, illüstrasyon, montaj, canlandırma, dijital oynamalarla üretilmiş fotoğraf ve görsellerin bu niteliği ile güncel olup olmadığı okur/izleyicilerin rahatlıkla fark edebileceği şekilde belirtilmelidir.
Ayrıca Alper Görmüş’ün “Haber ve habercilik” makalesi bir kez daha okunmalıdır.
Bu makaleden birkaç alıntı;
Her şeyden önce haber, gerçek olmalıdır. Başka bir deyişle, ilk kez duyduğumuz dedikodular ve söylentiler, doğruluğu ispatlanana kadar habere dönüştürülemez.
Çok bilmişlik:
Gazeteci çok şey bilen kişi değildir. Bilmek zorunda da değildir. Gazeteci, kime, hangi olay karşısında neyi sorması gerektiğini bilmelidir sadece. Karşılaştığınız olaylar ilk kez karşınıza çıkan şeyler olabilir. Olaylar karşısında bilip bilmeden yorum yapmak yerine, konunun uzmanlarına sorarak öğrenmek gerekir. Her konuda bilgisi olduğunu sanan gazeteciler çok sık hata yaparlar.”
Haberi yazarken yakalanabileceğiniz tuzaklardan biri de, Gerçeğin yerine kendi kanaatini haberleştirmektir. Gazeteci, herkes gibi kendi kanaatleri olan bir kişidir. Ama izlediği olaylar zaman zaman kendi kanaatleriyle çelişebilir.
Yukarıda adı geçen bildirge’de biz sosyal medya kullanıcılarının da sorumluluklarından söz edilmektedir. Bizleri birer “Yurttaş gazetecisi” gibi görüp,“Yurttaş gazeteciliği / Sosyal medyada yayın hakları / Bireylerin özel alanlarının sınırları:” başlığı altında;
Profesyonel mesleği gazetecilik olmayan, sosyal paylaşım sitelerini haber amaçlı kullanan ‘Yurttaş Gazeteciler’ de bilgi toplama, haber yapma ve yayma sürecinde meslek ilkelerinden sorumludur.” diyor.
Tüm sorumluluğu habercilere ve “yurttaş gazetecilere” yüklemek de pek doğru değil gibime geliyor. Adı uzmana çıkmış pek çok meslek mensubu da bu işin bir başka parçası. Örneğin biz mühendisler. Aynen yukarıda gazeteci için kullanılan “çok bilmişlik” başlığı altında sözü edilenler gibi biz mühendislerinde her şeyi bilmek durumunda değiliz. Kendi alanımızda mevcut bilgi birikimimiz bile çoğu zaman yetmez. Günümüzde teknoloji o kadar üstel gelişim sergiliyor ki an be an takip etmezseniz çok geride kalmış oluyorsunuz. Sözün özü kendinizi sürekli yenilemeli, güncellemelisiniz. Ayrıca günümüzde artık teknolojik gelişim pek çok disiplinle iç içe girmiştir. Dolayısıyla diğer alanlarda da günceli yakından izlemek zorundasınızdır. Elbette mühendis kendi alanında fikir beyan ederken, bilgi sunarken tıpkı gazeteciler gibi meslek etiği gereği sorumluluk sahibi olmalıdır. Yeterli bilgi toplamadan bilgi beyan etmek bizi çoğu zaman yanlışlara sürükleyebilir. “ Bilmiyorum” demek ayıp değildir, tam tersi dürüstlüğün gereğidir.
Daha öncelerinde olduğu gibi bu afet sonrasında da bilgisine başvurulan mühendislerin bu yanlışa düştüklerini görüyoruz. İşte birkaç örnek;
- “Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube Başkanı Meryem Kayan, “HES’ler nedeniyle tek noktadan aşırı su girişi ve dere yataklarındaki yapılaşma baskısı ile çamur tutucuların ihmal edilmesiyle bugün Kastamonu’da yaşanan taşkın, bir sel felaketine dönüşmüş ve can ve mal kaybına neden olmuştur” d
· İnşaat mühendisi Kubilay Kaptan;
“Şimdi burada bu santrallerin kurulum sürecinde belli megavat kapasite üretmesi amacıyla kurulmuş santralleri. Yani örneğin 10 megavat enerji üretecek bir santral tesis ediliyor oraya ona göre alt yapısı döşeniyor, tribünler oluşturuluyor. Bu tarz aşırı yağmur yağdığı zaman debinin değişmesiyle birlikte debiyi normale döndürmek ve tesise zarar gelmemesi için barajın kapaklarını açıyorlar ve barajın kapaklarının açılmasıyla birlikte çok yoğun bir suyun bir anda dere yataklarına boşalması demek. Belki dere yatağına mevcut yağışı kaldırabilecek potansiyelde iken çok yoğun su kütlesinin bıraktığınızda maalesef olayın riski ya da felaketin boyutu katlanıyor” ifadelerini kullandı.”
Peki bu bilgi kirliliği ve hatalı sunum bizi nereye götürür?
Öncelikle yanlış bilgi kısa sürede açığa çıkar ve inandırıcılığınız kaybolur. “Yandaş medya” dediğiniz yönlendirilmiş unsurlarla toplum nezdinde aynı konuma düşersiniz.
Daha da önemlisi, olayların asıl nedeninden uzaklaşır, toplumu da uzaklaştırırsınız. Yönetim zaafı ön plana çıkmaz, asıl nedenler konuşulmaz, çözüm önerileri yerine kimin daha çok yalan söylediği bibi anlamsız tartışmalar içinde sıkışır kalırız.
Oysa asıl neden üzerine sunulan bilgilere odaklanılmalıdır ki bunlarda aşağıda görüldüğü gibi mevcuttur;
Batı Karadeniz’in Kastamonu, Sinop ve Bartın illerinde can kaybı ve yıkıma neden olan selin nedenlerini sıralayan Deprem Bilimci ve Jeoloji Yüksek Mühendisi Ramazan Demirtaş, 400 metrelik dere yatağı alanının inşaatlarla 15 metreye düşmesinin felaketin ana nedeni olduğunu söyledi.
Demirtaş, “Akarsuların 10 ile 100 yıl boyunca kullandığı yataklar var. Bu yatakları biz daraltırsak ve önüne baraj şeklinde bir şehir kurarsak mesela Bozkurt’ta 15 metreye kadar akarsuyun yatağını daraltmışız. Ezine Çayı yatağının genişliği 400 metre biz bu çayın yatağını daralttığımızda ve üzerine büyük bir betonlaşma ve şehir kurulduğu için bunun akma şansı yok. Dolayısıyla su sel ve doğal olarak afete dönüştü. Derenin eski yatağını çok rahat görebilirsiniz. Burası eski alüvyonların ve akarsu çökeltilerin olduğu yer.
Bir yer bilimciye danışılsa burasının bir akarsu yatağı olduğunu net olarak söyler ama inşaat mühendisliğinde şöyle bir durum var. Biz her yere inşaat yapabiliriz düşüncesi var, sanki akarsu güncel yatağında akacakmış gibi zannediliyor. Siz buraya inşaat ve asfaltlama yaparsanız su akmak zorunda, suyun akmak için 8-10 metre tırmandığı anlaşılıyor. İlçe merkezi buradan taşınıp farklı bir yere inşa edilmeli dikkat ederseniz akarsu yatağının kenarındaki yapılarda herhangi bir hasar olmadığı görülüyor. Yeni binaları dağın eteğine doğru taşımak gerekiyor akarsu yatağının korunması gerekiyor” dedi.
Son olarak sosyal medyadaki bilgi kirliliği üzerine bir şeyler söylemek yerine aşağıda başlıklarını sıraladığım, Birgün Gazetesi yazarı Umut Alan’ın “Felaket dönemlerinde sosyal medya kullanma kılavuzu” başlıklı yazısını okumanızı öneririm.
–Nedenini hemen bulanlardan kaçının:
Aşırı duyarlılık tuzağına düşmeyin
Hızla sembolleşen olgulara soğukkanlı yaklaşın
Algoritmaları unutmayın:
Fotoğraf ve video paylaşımında çok dikkatli olun
Muhalefet amaç mı, sonuç mu?:
Merhamet Yorgunluğu’na dikkat
Sosyal medya akışı yerine haber kuruluşlarının sitesinden haber alın
Doğrulama platformlarına sosyal medyadan önce bakın.
Kemal Ulusaler….14.08.2021
Merhaba Kemal çok güzel bir yazı günümüzün bilgi kirliliği ve edenlerini, meslek ilke ve ahlak değerlerini
nasıl kullanıldığını ve olması gerekenin altını kalın çizgilerle çizmişsin eline sağlık kalemin hiç tükenmesin.
Sevgi ve selamlar.
teşekkür ederim, sağol…