Kemal Ulusaler … Cumartesi Yazıları… 30 Mayıs 2020
Denizin ortasında maviliğin sonsuzluğuna doğru yürüyordum. İnce Ada’nın burnundan sola dönmüş fırışkalar arasında dalgın dalgın giderken o karaltı birdenbire karşıma çıkıverince ister istemez durakladım. Durakladığımı görünce karaltıdan çatallı, boğuk bir ses yükseldi;
“Madem ki durdun ey yolcu, şu garibi dinle bir soluk!”
“Ne istiyorsun?” dedim. “Meczup musun yoksa?”
“Ne meczubum ne sapık. Ne halkın varlıklarını soyup soğana çeviren hırsızlardanım ne de kadınlara şiddet uygulayan önden kuyruklulardan. Sadece aklın hegemonyasından kurtulmuş biriyim. Einstein’i dinliyor, hayallerimle yaşıyorum.”
Bu partal beden, saç, sakala boğulmuş siyahi surat ve boğuk ses kümesiyle Einstein adı ilk bakışta büyük bir tezat oluşturmaktaydı fikrimce, sordum;
“Ne demiş Einstein?”
“Mantık sizi A’dan B’ye götürür, hayal ise her yere” demiş. Gel gör ki bu memleketin aklı evvellerinde bu cümle; “Akıl sizi A’dan B’ye götürür halay ise her yere” diye tezahür etmiştir. Akıllar hep oyunda, oynaşta. Cavit 19’um ben bana bulaşma. Demem o ki, felsefesi topuğunda yaşayanlar dünyasında selektif delilik benimkisi. Neyse, sen şimdi bırak bunları da biraz para ver. Kendim için istemiyorum. Şu can yoldaşı köpekler için bir parça kemik alacağım.”
Cılız cüzdanımdan üç beş kuruş bulup verdim.
Meczup haa!
Bir çapaçul karaltı, gün ortası ne ders vermişti ama.
Kendi kendime söylendim, bu akıl bizi nereye götürür? Ya da akılsızlık…
1Haziran 2020 Pazartesi itibariyle “normal”e dönecekmişiz.
Normal ne ki? Dün normal miydik bu gün anormal miyiz?
Joanne Greenberg “ Sana Gül Bahçesi Vadetmedim” adlı kitabında;” Bir gün hastalığın olduğu kadar sağlığın da nerede olduğunu bize gösterecek bir test yapmalıyız” der kahramanı Deborah’ın ağzından.
Korona günlerinde virüsle tanışıp tanışmadığımız üzerine teste tabi tutuluyoruz. Pozitifler ve negatifler ayrımı…
Hiç düşündük mü normal günlerimizde ne kadar pozitiftik sağlık açısından.
Dünyada ortalama ömür uzadı. Dünya genelinde ortalama yaşam süresi beklentisi 1950’de 46 yıl iken 2015’te 71’e yükseldi.
Bazı ülkeler kolay ilerleme kaydetmedi. Hastalıklar, salgınlar, beklenmedik gelişmeler insan ömrünün beklenenden önce sona ermesine neden oldu.
Belki en çok “terör saldırılarından”, savaştan ve doğal afetlerden korktuk, ama bunların yol açtığı ölümlerin toplam içindeki oranı sadece yüzde 0,5 düzeyinde.
Ancak dünyada hala pek çok insan önlenebilir hastalıklar nedeniyle erken ölüyor.
Kalp ve damar hastalıkları en büyük ölüm nedeni olarak görülüyor. Yüzde 32,3 ile toplam ölümlerin üçte biri bundan kaynaklanıyor.
Türk Kardiyoloji Derneği, Türkiye’de her yıl 300 bin kalp krizinin görüldüğünü bunun da 125 bin kişinin ölümüne yol açtığına yer verdi.
Dünya genelinde birinci sırada gelen ölüm nedeninin kalp ve damar hastalıkları olduğu ve her yıl yaklaşık 18 milyon kişinin kalp ve damar hastalıkları nedeniyle hayatını kaybettiği belirtiliyor. 2030 yılında 23 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor.
İkinci sırada ise kanser geliyor. Kanserden ölümler yüzde 16,3 ile toplamın altıda birini oluşturuyor. Dünyada her yıl yaklaşık 14 milyon yeni kanser vakası ortaya çıkmaktadır. Geçtiğimiz yıl 9,6 milyon insan kanser nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Bu ölümlerin %70’i orta ve düşük gelir düzeyindeki ülkelerde olmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de her beş ölümden biri kanser nedeniyle meydana gelmektedir. 2015 Kanser Atlası’nda Türkiye’de her yıl yaklaşık 148 bin yeni kanser vakası saptandığı, yaklaşık 92 bin kansere bağlı ölüm meydana geldiği belirtilmiştir
Sessiz katil hipertansiyon;
Ajans Press’in Lancet dergisinden ve medya yansımalarından derlediği bilgilere göre, dünya üzerinde yüksek tansiyonlu yetişkin sayısı 2015 yılı itibarıyla 1,13 milyar olarak belirlendi. Bu sayı baz alındığında, her 3 yetişkinden birinde yüksek tansiyon olduğu görüldü. Türkiye’de ise yetişkin nüfusun yüzde 20,3’ü yüksek tansiyon hastası.
Kanıksanmış gerçeklik; Diyabet
Dünyada 425 milyon diyabetli olup, 2040’da bu rakamın 640 milyonun üzerine çıkmasının öngörüldüğünün altı çiziliyor. Oysa 1980 yılında 2040 yılı için yapılan diyabetli birey sayısı tahmini yalnızca 108 milyondu. Ülkemizde her 7 kişiden birinde diyabet, her 3 kişiden birinde ise halk arasında ‘gizli şeker’ olarak bilinen prediyabet var. Önümüzdeki 10 yıl içinde diyabetli birey sayısının 11 milyon üzerine çıkması bekleniyor.
Diyabet, solunum yolları hastalıkları ve demans (bunama) diğer bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı ölüm nedenleri arasında yer alıyor.
En şaşırtıcı verilerden biri de hala çok sayıda insanın önlenebilir hastalıklardan ölmesi.
2017’de 1,6 milyon kişinin ölümü ishale yol açan hastalıklardan oldu. İshal ölüm nedenleri arasında hala ilk 10’da bulunuyor. Bazı ülkelerde ise ilk sırada geliyor.
Aynı yıl yeni doğan (doğumdan sonraki ilk dört hafta) ölümlerin sayısı 1,8 milyon oldu.
Kutuda umut da kalmayınca…
Pandora’nın kutusunda kalan son şey umutta yok olursa ne olur?
Antidepresan kullanımı yıllık 12 milyon kutudan 60-70 milyon kutuya dayanır. Ülkemizde olan bu. Son on yıl içinde bazında beş kat artış…
Peki ya dünyada? Dünya da depresif, örneğin Dünyada intihara bağlı ölümlerin sayısı cinayete kurban gidenlerin sayısının iki katı.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2019’da Küresel Sağlığa Yönelik on tehditten ilki iklim
değişikliği ve hava kirliliği iken ikinci sırada yukarıda saydığımız bulaşıcı olmayan hastalıklar geliyor. Üçüncü sıradaki tehdit İnfluenza pandemisi ise günümüzde gerçekleşmiş bulunuyor.
DSÖ aslında bu konuda; “Dünyanın büyük bir grip salgınıyla karşılaşacağı kesin. Bilinmeyen bunun ne zaman olacağı. Dünyanın ölümcül sonuçları olacak böyle bir salgına sürekli hazırlıklı olması gerekiyor. Bu hazırlıkların başarısını belirleyen, sağlık sistemi zayıf ülkelerin hazırlıklı olma düzeyi olacak.”diyerek uyarıda bulunmuş.
Yaşamın kıyısında ne var?
Yaşamın evrimsel tarihinde virüslerin menşei açıklanamamıştır. Virüsler genetik materyal taşıdıkları, üredikleri ve doğal seçilime uğradıkları için bazıları tarafından canlı kabul edilirler. Ancak canlı olarak kabul edilebilmek için gerekli bazı anahtar özellikleri (ör. hücre yapısı) taşımadıkları için virüslere “yaşamın kıyısındaki organizmalar” denmiştir.
Bu açıdan bakınca ve bugün küresel bazda yaşananlar göz önüne alınınca yaşamın kıyısında “Korona Virüs” var diyebiliriz. Ama hemen yukarıda alt alta sıraladığımız bulaşıcı olmayan hastalıklar ve bunlardan kaynaklı ölümlere bakarsak yaşamın kıyısında olanın bir anda şekil değiştirdiğini görürüz.
Yukarıdaki soruya geri dönersek; biz farkında olmasak bile normal dediğimiz günlerde görünen o ki çok daha fazla sağlık sorunları ile iç içeymişiz.
Biz farkında olmasak da diyorum zira gerçekten de toplum bu durumu sorgulamaktan bir hayli uzak. Girişteki anekdotda yer alan Abdal’ın seçimi “delilik” rağbet gören bir durum haline gelmiş olabilir. Roman kahramanımız Deborah’ın deyişiyle;” Bazan insan boyun eğmeyeceği bir şeyle savaşmak zorunda kalıyor ve deliliğin güvenli bir şey olduğu bir yere sığınıyor.”
Ve bu noktada seçim çeşitleniveriyor; selektif kayıtsızlık, selektif mutuizm, selektif körlük vs…Seç seçebildiğin kadar.
Bunca selektivite içinde “neoliberal virüs”ün neden bizi seçtiğini sorgulamak akla gelmiyor.
Piyasa odaklı sağlık politikalarının, tüm dünyada halkın sağlık durumu ve sağlık hizmetleri üzerindeki etkileri nelerdir?
Kapitalizm insan ve çevre sağlığı açısından ciddi bir risk etmeni midir? gibi sorular ya hegemonya sahibi akıldan uzak tutuluyor ya da tehlikeli bulunuyor.
Kapitalist sistemin bütün toplum, “hipokondriazis”den muzdaripmiş gibi ha bire “plasebo” tedavisi uygularken “Dur bakalım !” diyecek toplumsal patlamadan da korktuğu aşikar.
Pandemi sonrası yakın gelecekte yeni Seattle’lar, arap baharları, haziranlar kaçınılmaz gibi gözüküyor.
Görünen o ki dünya gerçek normalini arıyor olacak.
Bakalım bulabilecek mi?
Kemal Ulusaler…30 Mayıs 2020
Notlar;
Selektif kayıtsızlık: Seçilmiş kayıtsızlık…
Selektif mutizm: Latince ‚mutus’ kelimesinden gelen mutizm‚ ‚sessiz’, ‚suskunluk’ anlamına gelir. Selektif mutizm (seçici konuşmamazlık) genellikle çocuk yaşta kendini gösteren bir rahatsızlıktır. Bu yüzdende çocukluk hastalığı olarakta adlandırılır. Bu rahatsızlık çok farklı şekillerde ortaya çıkabilir.
Hipokondriazis: Kişinin bedeninde bir rahatsızlık olmadığı halde, sürekli bir hastalık kaygısı ve çeşitli bedensel yakınmalarla birlikte giden rahatsızlık olarak tanımlanabilir.
Plasebo: Hasta olduğunu sanan (Hipokondriyatik) kişiye ilaç diye verilen etkisiz madde.