Home / GÜNCEL / Cumartesi Yazıları / Cumartesi Yazıları. 16 Mayıs 2020 Kemal Ulusaler

Cumartesi Yazıları. 16 Mayıs 2020 Kemal Ulusaler

Sokak izni sohbetleri…

Taşra şehirlerindeki berberler zamanın orada kilitli kaldığı duygusu uyandırırlar bende. “

Murathan Mungan anılarından oluşan  “Harita Metod Defteri” adlı kitabının “Berber aynası” adlı bölümüne işte yukarıdaki bu cümle ile giriş yapıyor.

Ve devamla;” Büyük kentlerin çağa ayak uydurarak kapı dışarı ettiği yüzeyi pas rengi beneklenmiş eski aynalar, derisi tarazlanmış koltuklar, kağşamış ustura kayışları, raflarda süsüne düşkün müşterileri bekleyen briyantin kutuları, içindeki mayiinin renk farkından kokularının da farklı olduğu anlaşılan kolonya şişeleri, hacıyağları, bir yanı darbe almış gibi eğrilmiş emektar taslar, duvar levhaları, çerçeveletilmiş takvim yaprakları, eski pehlivanların ya da omuzu kalabalık mareşallerin sonradan elle renklendirilmiş fotoğrafları, bazısında kanarya kafesleri ve kimse dinlemese bile hep açık duran kısık sesli radyo…

Bu gün rafları briyantin kutulu, ustura kayışlı berber dükkanları artık yok. Hatta akıp giden hayatımızın bir parçası olan bu dükkanlar da yok gibiydiler düne kadar… Gündelik hayatımızda en azından ayda bir kez uğradığımız berber dükkanları ve berberler önemi yadsınan sıradan birer obje gibiydiler. Ancak önemlerini şu korona günlerinde azımsanamayacak bir şekilde hissettirdiler.  Artık çoğu yerde kuaför diye geçen erkek berberleri aynı zamanda bir ergenlikten erkekliğe geçiş noktaları olarak anılarımızda yer etmektedirler. Yine M.Mungan’ın ifadesi ile “Berber aynalarına baka baka erkek oluruz.”

Gerçi artık son derece hassas iki hatta üç bıçaklı tıraş bıçakları ile çoğu erkek sakal tıraşını evinde olur hale geldi. Eskinin eve gelen berberleri ve Donkişot miğferi“sakal leğenleri” anılarımızın bir köşesinde kaldı.

Lakin sıra saç tıraşına gelince iş değişiyor tabii. İşte bu “evde kal” günlerinde en çok arananlardan biri de berberler oldu. E-ticaret yoluyla elde edilen tıraş makineleri eşimizi, komşumuzu, arkadaşımızı birer berbere dönüştürdü.

“ Eskinin ‘eşek tıraşları’ moda oluverdi gördünüz mü bak?“

Sırçınar müdavimlerinin olağan Zoom toplantısında; “ Aaaa, ne olmuş sana?..”nidaları, muzip, muzip gülüşmeler sonrasında Cenap Hoca’nın saptamasıydı bu.

Bir kısmı Altmış beş yaş üzerinde olan Sırçınar ekibi kahvehanelerin de kapalı olduğu korona günlerinde Zoom üzerinden iletişimi sürdürüyorlardı.  İşte bu dijital ortam sohbetlerinin sonuncusunda, altmış beş yaş üzerindekiler için altı saatlik izin çıkınca hemen Sırçınar önünde ve koca çınarın altında toplanma kararı aldılar.

O gün, o saat geldiğinde, dakika bile sektirmeden, her biri anasını arayan kuzular gibi koklaya koklaya Sırçınar’a doğru seğirtti. Kahveye en yakın olan Hoşaf Sami idi. Dolayısıyla ilk gelen o oldu. Sonra, Kasap Hüseyin, Sinek Efe, Cenap Hoca, Hıdır Dayı ve Terzi Himmet.

Topluluk adına Cenap Hoca hemen sayım aldı. Dümenci Holi ile Hacı yoktu.

Hoşaf Sami;” Dümenci malum altı okka, soluya, soluya birazdan gelir. Hacı ise sohbet mayalanıp kıvamına gelince namazdan çıkıp gelir ve sohbetin üzerine ekşir, dert etmeyin ekip tamamdır yani…”

Sohbet doğal olarak gündemin konusu korona ile başladı. Alınan ve alınacak önlemler, nelere dikkat edilmeli, evlerde kim ne yapıyor, normalleşme ve dünyada olup bitenler ile ABD ve Trump’taki vurdumduymazlık.

Laf vurdumduymazlığa gelince Kasap Hüseyin hemen atıldı; “ Bilin bakalım ne oldu?” Kafalar merakla döndü, çeşitli tahminler yapıldı.

Hüseyin:” Durun da anlatayım. Geçen gün zil çalınınca sipariş geldi zannıyla kapıya seyirttim, açtım baktım bir de ne göreyim? Sırtında bohçayla rengarenk biri kapı eşiğinde. Suratını neredeyse tamamen örten allı yeşilli maskemsi bir şey, tanımak mümkün değil.

Hayrola?  Dedim.

Durdu,  maske, peçe karışımı şeyi suratından indirince karşıma çıka çıka mahallenin falcısı Ramize çıktı. Kız ne işin var burada ne istiyorsun deyince bir döküldü ki tutabilene aşk olsun. Önce işlerin kötülüğünden, ölüp bittiğinden dem vurdu. Sonra bohçayı açıp bir şeyler satmaya kalktı. Olmaz uzak dur, mesafeyi koru deyip ötelemeye çalışırken baktı bir şey satamayacak tutturdu el falına bakayım diye. Bakacak da korona bize bulaşır mı bulaşmaz mı söyleyecek. Yarın dünyanın hali ne olacakmış ünleyecek.

Ben elimi kurtarmaya çalışırken o ; “ A benim serseri güvercinim, a benim kafti ağabeyim; diktatör yanaşması televizyonları izleyip sonracıma da kahırdan her akşam piizlenip hepten matiz olmuşsun bee. Kaldırın şu keşkül suretlerini de bir bak Ramize ne diyor. “ diye söylenip duruyor.  Sizin anlayacağınız zor kurtardım kendimi elinden.”

“Eee işte bu meret böyle böyle yayılıyor.” diyerek geldiğini belli etti Dümenci Holi.

Sohbete öyle dalmışlardı ki ne zaman geldiğini fark etmemişlerdi bile. Dümenci koca çınarın altına istif edilmiş sandalyelerden ikisini çekip dünyalara sığmayan kalçalarını anca yerleştirdikten sonra devam etti;

“ Bu vurdumduymazlıktan öte tam bir aymazlık. Pazaryerlerindeki, çarşılardaki, sokaklardaki kalabalığa bir bakın hele! Bu Cavit -19 yüksek binanın üzerine çıkmış keskin nişancı gibi. Kalabalıktan seçtiğini; tak! İndiriveriyor. İşin ilginci kalabalık halindekiler Cavit’in orada, çatıda olduğunu pek ala biliyorlar. Aralarından kimin düşeceği belli değil. O gün Cavit kimi/ kimleri vuracak? Bu “makarnacıların cahil cesareti”nden öte bir şey. Sosyologlara büyük iş düşüyor bence.”

Evde namazını icra edip koşa koşa Sırçınar’a gelen Hacı son sözleri duymuştu.  Lafa kurşun  gibi girdi;

” siz solcular bir yandan halkı kutsar diğer yandan da böyle  “makarnacı” deyip onları küçümsersiniz. Ayıp, ayıp utan biraz!”

Hoşaf Sami, sevmese de sırf Dümenci’yi kızdırmak için Hacı’ya arka çıktı;

” Valla kalın telden ince ses çıkmaz derlerdi ama çıktı işte. Haklısın Hacı bunlar böyledir işte.”

Kulakları ağır işiten Hıdır Dayı;” Ne diyor, ne diyor” diye sanki mahallenin uyuz kedilerini uyandırmaktan korkar gibi fısıldadı. Kasap Hüseyin ona olan biteni anlatmaya çalışırken Hacı ile dümenci –mesafeyi de koruma inceliğiyle- çoktan bir birlerine girmişlerdi.

Bu hengame biraz yatışınca Sinek Efe bu kez Hacı’yı hedef alıp salladı kurşunu,” Var ya Hacı’yı görünce meyhaneyi ne kadar özlediğimin farkına vardım. Söylesene ne zaman normalleşeceğiz Cenap Hoca?”

“Çok sürmez be Efe. Daha doğrusu çok süremez. Zira mevcut sistem açısından son iki üç ay gerçekten anormaldi. Sistemin pandemi ile birlikte grogi olmuş haliyle -özellikle küreselleşmeden sonra- bir geri dönüşü içeren sosyal devlet modundaki edimlerinden sıyrılması çok zaman almaz. Bunun ip uçları bu gün görülüyor zaten.

Sistem kısa zamanda kendisine “ne oluyoruz?” sorusunu sordu ve hızla özüne, normaline dönme eğilimine girdi.

Kapitalizm tüketim olamadan, tüketim toplumu olmadan ayakta duramaz dı, bu bir.

Kısa süre için de olsa bu sosyal devlet ve ulus devlet olgusu toplumda uyanışı tetikler korkusu belirdi bu iki.

Yaşam hakkı flulaştırılıp virüsle işsizlik/açlık  arasında ehven-i şer  ilişkisi kurulmasını sağlamak ve tüketim ekonomisinden başka çare olmadığı algısı oluşturmak gerekirdi bu üç.

‘Bu virüse karşı bir savaştır ve savaşlarda ölümler sıradandır’ algısının oluşturulmaya başlanmış olması, sorgulanabilecek olan yaşam hakkının flulaştırılmasına bir örnek değil de nedir?”

Kasap Hüseyin, “ Tam da öyle Cenap Hocam. Park, bahçe ve sahiller yasak, ama AVM’lerde alışveriş serbest. Sonra Bundesliga gibi liglerin başlatılmasıyla – ki bizde de bu konuda bir ısrar var- endüstrileşmiş futbol ile halkı televizyon ekranlarında uyuşturan futbol endüstrisini ayağa kaldırma çabaları… “

Hoşaf Sami ;” Tam da insanlar okuma alışkanlığı edinmeye başlamışken değil mi?” diye Hüseyin’i destekledi.

Hacı sohbetin gidişinden memnun değildi. “ Eee camileri de açarlar gayri.” diye kendi penceresinden sohbete bodoslama daldı.

Dümenci’ye yeni bir dalaş fırsatı çıkmıştı, hemen yürüdü üstüne Hacı’nın. “ Valla Hacı koronadan ölenlere şehit demiyorlar, sıradan ölüm olur sizinki si ona göre. “

Hacı;” Ölüm de sağlık da Allah’tan. Servet düşmanlığı, ile bir yere varamazsınız. Dönün bir de kendinize bakın? Belki de insanoğlu hak ediyor bunları kim bilir? “

Cenap Hoca:” Bunun düşmanlıkla bir ilgisi yok Hacı. Kapitalizm için sen, ben hepimiz üretimin birer parçasıyız. Tıpkı hammadde, fabrika binası, makineler, enerji, hatta senin oğlanın kullandığı servis aracı gibi. İnsani değerimiz yok onların gözünde anlayacağın. O yüzden ‘ölen ölür kalan sağlar bizimdir’ mantığındalar bu pandemi vakasında.

Sözün özü bu bir gerçek. Nereye dönersen dön kıçın hep arkanda kalır. Dolayısıyla arkanı dönerek gerçeklerden kaçamaz, değiştiremezsin.”

O zamana değin söze pek girmeyen Terzi Himmet ince sesiyle sohbete katıldı:” Peki Hocam arkamızı dönmeyelim ama bir şeyler de yapmak gerekmez mi? İnsanlar perişan, işsiz, aç. Üstelik onlara örgütleri de sahip çıkmıyor. Sendikalar suskun, muhalefet cılız, basın açıklamalarından öte gidemiyor/ gitmiyorlar.”

Saatine bir göz atan Cenap Hoca vaktin dolmakta olduğunu görerek;”Kıt olanın kıymetini bilmiyoruz işte. Su gibi akıp giden zaman da insan için bir o kadar kıymetli. Her ne kadar biz farkında olmasak da… Bak Himmet senin dükkanın duvarındaki eski saati görüyor musun? Ne zamandır öyle durur, çalışmaz. Kurmalı, masa saatleri gibi o da antika oldu artık. Oysa o kurmalı masa saatlerinin tik takları ile ne hayaller kurmuştuk geceler boyu. Ne eylemlere, ne edimlere uyandırmıştı bizleri o eski saatler. Şimdi sadece nostaljik birer objeler. Bizleri eyleme, hayatı değiştirmeye yöneltemiyorlar artık. Zira bizler sadece onların tik taklarını dinliyoruz. Geçmişin o eski saatlerini kurup kurup dinliyor ve dünya değişsin istiyoruz. Akan zamanı değiştirmektir oysa tarih yazmak. Akan zamanla birlikte akmaksa sadece tarihe yazılmaktır, okuyan olursa babından..

Yani sözün özü Himmet,  kentin üç otuz metrekaresine sıkışıp tepki örgütü olmak değil, bir tekerleğin içindeki hava partikülleri gibi devinmek değil benim anladığım örgüt.

Su gibi, zaman gibi kıt ve kıymetli olan insani değerlerle donatılmış, birbirini seven, güvenen, özveriyle güne uyanan, adanmış yürekler topluluğu bir örgüt benim anladığım. Öylesi de pek kalmadı hani.”

“Olur be Cenap Hoca sıkma canını..”

“Olmalı Himmet olmalı. Yıldızlara uğurladıklarımıza borcumuz var.Gökyüzüne bakacak yüzümüz olmalı.. Hadi kalın sağlıcakla” dedi ve ayaklandı.

Suskun Sırçınar gibi, koca çınar gibi  suskundu herkes. Artık dağılma vaktiydi.

Güneş ufukta kendine batacak yer ararken ekip mahallenin kaldırımı yamuk sokaklarından, ada vapuru gibi sallana sallana dağıldı…

Sinek Efe ile Himmet köşede vedalaştılar.

“ Yarın telefonlaşırız” dedi Himmet.

Arkasından ,” Yarın” diye fısıldadı Sinek Efe.

Güneş kadar uzak, gece kadar yakın. Yarın…”

   

Check Also

Şili; Anayasa referandumu üzerine notlar…

Kemal ulusaler….12 Eylül 2022 “Gıpta edilecek, örnek bir anayasa taslağı nasıl olmalıdır?” sorusuna herhalde en …