Home / GÜNCEL / Cumartesi Yazıları / Bir maliyet kalemi olarak insan hayatının değeri.

Bir maliyet kalemi olarak insan hayatının değeri.

 

Cumartesi yazıları…Kemal Ulusaler

Beş para etmezden milyarlara kadar uzanan örnekleri mevcutsa da bir insan hayatına değer biçmek gerçekte kabul edilebilir bir şey değildir. Gelin görün ki kapitalist sistem içerisinde her şeyin maliyeti olduğu gibi insan da üretim sürecinde bir maliyet kaleminden öte bir şey değildir. Hal böyle olunca -ya da olaylara bu pencereden bakılınca- sanki her şey birden bire basitleşiveriyor. Her şeyin bir fiyatı ve satın alınabilirliği söz konusu olunca insana da kolayca fiyat biçiliveriyor.

Pandemi sürecinden geçerken bunu çok yakından görüyor ve yaşıyoruz.  04 Temmuz 2020 tarihinde DSÖ’ne göre günlük vaka sayısı iki yüz binin üzerine çıkarak yeni bir rekor kırıldı.  ( Nasıl bir rekorsa) Bu güne değin onbir milyon vaka ve altıyüzbine  yaklaşan ölüm meydana gelmiş. Kabaca virüse yakalanan her yirmi kişiden biri ölecek demektir bu.

Bakın ne kadar kolay söyleyiverdik. İnsan hayatını bir istatistik kalem içine sokuverdik. Testinin içinde ne varsa dışına o sızar derler ya işte o testinin içinde yaşayanlar olarak  sıradanlaşıverdik.

Ne kadar kolay değil mi?

Evet, nerede olduğumuzu, ne olduğumuzu, ne ve nasıl olması gerektiğini sorgulamazsak, hakları ve sorumlulukları bilmezsek sistemin dümen suyunda yaşamak çok kolay.

Sözü fazla uzatmadan hafta içinde Sakarya’da meydana gelen patlamaya geleceğim. Bu tür  ‘iş kazaları’( aslında cinayet) ilk kez yaşanmıyor ve görünen o ki böyle giderse yaşanmaya da devam edecek. Bırakın ülke genelindeki yaşanmış örnekleri aynı işyerinde bile on yıl içinde defalarca patlama ve benzeri kaza yaşanmış. ‘Doğal olarak’ işveren, “önlem alıyorduk, daha yeni denetlenmiştik” vb savunmalar yapacak, yapıyor da zaten. ‘Doğal olarak’ yetkililer hemen soruşturmalar açacak, “fıtrat” sözcükleri belki yine gündeme gelecek, MÜSİAD’ın verdiği “patrona moral yemekleri” farklı biçimlerde tekrarlanacak…

Dikkat ederseniz yukarıdaki her iki cümle de “doğal olarak” diye başlıyor. Böyle başlıyor zira kapitalist sisteme göre “doğal” olan bu ve bu doğala göre işliyor mekanizma.

Peki bize göre doğal olan ne?

Ya da burada doğal olmayan ne?

Doğal Olmayan;

1-Başta 6331 sayılı “iş güvenliği yasası” . Yasa AB uyum müktesebatı içinde çıkmış olup özünde kadük bir yasadır.  Devlet bizatihi kendisi yapması gereken işi bu yasayla özel sektöre (OSGB’lere)pas etmiştir. Bu yasa kapsamında  bu özel sektörün görevi işverene sadece tedbir ve öneriler sunmak ve  danışmanlık yapmaktır.

2-Adı geçen yasa zaten pek çok sorunu bünyesinde barındırırken içerdiği olumlu bazı kısımlarda pratiğe dökülememekte ve kağıt üstünde kalmaktadır. Bunların pratiğe dökülebilmesi için devletin denetim mekanizmasını çalıştırması gerekmektedir ki bu yapılmamaktadır. Denetim sadece OSGB’lerde düzenli olarak yapılırken işyerleri neredeyse hiç denetlenmemektedir.

3-İşverence  bu yasanın gerekliliği sorgulanmakta olup, o çokça söz edilen ” iş güvenliği kültürü” çalışan için olduğu kadar işveren için de söz konusu olduğu gerçeği bütün sistem unsurlarınca yadsınmaktadır.

4-Hukuk mevcut yasayı hala kavrayamamıştır. İşyerlerinde önlemleri alacak olanın işveren değil de iş güvenliği uzmanı olduğunu sanmakta ve onlara ceza vermektedir.

5-Yine hukuk daha doğrusu adalet işverenden yana çalışmakta olup caydırıcı cezalar verilmemektedir. Yakın geçmişte yaşanan Sakarya benzeri olaylar ( Ankara Ostim’de, İstanbul Davutpaşa’da, Yalova, Gaziantep ve Afyon’da) hep buna örnek teşkil etmektedir. Asıl sorumlular ya ceza almamakta ya da çok düşük cezalarla mahkum olmaktadır. Kimi cezaları da Yargıtay yüksek bulup bozmaktadır.

Örnek Davutpaşa olayı;” Zeytinburnu Davutpaşa’da bir iş merkezinde 21 kişinin öldüğü, 115 kişinin de yaralandığı patlamaya ilişkin 4 sanığın yargılandığı davada, Yargıtay’ın bozma kararının ardından mahkeme, 2 sanığı onar ay, 2 sanığı da birer yıl sekizer ay hapis cezasına çarptırdı.

6- Açılmak istenen davalarda memurlar için Bakanlıklar soruşturma izni vermemektedir. Verilse de bu istisnai olup gecikmeli verilmektedir. Örnek Ostim ve Davutpaşa olayları; “

7-Verilen cezaların bir kısmı ise paraya çevrilmekte  ( günlük 20 TL gibi..), hüküm ertelenmekte ya da zaman aşımına uğramaktadır.

8-Yerel yönetimler açılan işyerlerini özensiz  ruhsatlandırmakta, ilgili Bakanlıklar ise denetimlerini ya yapmamakta ya da kağıt üstünde gerçekleştirmektedir. Yukarıda örnek verilen tüm patlamalarda işyerleri ya ruhsatsız çıkmıştır ya da ruhsata uygun işyeri tanzim edilmemiştir. Nitekim Sakarya’daki işyeri de böyledir. İşte bir uzmanın görüşü;

Afet uzmanı Dr. Kubilay Kaptan 4 işçinin yaşamını yitirdiği havai fişek fabrikasındaki patlamaya yol açan ihmaller zincirini anlattı. İçerisinde 110 ton patlayıcının bulunduğu fabrikanın sıradan bir konut gibi inşa edildiğini belirten Kaptan’a göre ihmaller zincirinin en zayıf halkası, böyle bir yapıya ruhsat verilmesi ve yapılan denetimlerin kağıt üzerinde kalması.”

9-Sosyal devlet kavramı salt yardımlara indirgenmiş olup, kamu kaynakları özel sektöre aktarılmaktadır. Bu noktada Meslek Odaları toplumsal sorumlulukları gereği önerilerde bulurken bu gün yaşandığı gibi toplumsal sorumluluk hissetmeyen ve uyarılmaktan rahatsız olan sistem baskı ile Demokratik kitle Örgütlerini yok etmeye çalışmaktadır. Örneğin; Sakarya olayından çok önce bu tür olayların yaşanmaması için alınması gereken önlemler ve çıkartılması gereken yasa ve yönetmelikler doğrultusunda kendisini uyaran Odalar için soruşturma açmaktan kaçınmamaktadır.

Örnek Kimya Mühendisleri Odası’nın son açıklaması;” 30.12.2013 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve bu tip yangınların, patlamaların ve kazaların önlenmesine dair “Avrupadaki Seveso yöntemeliğinin” karşılığı olan “Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkındaki Yönetmelik” anılan tarihten bu yana yürürlüğe sokulmamış, uygulanmamıştır. Anılan yönetmelik hiçbir gerekçe gösterilmeden o günden bu yana sürekli yürürlük tarihi ertelenmiştir.”

10-Meslek odaları ve sendikaların hayatın her alanından dışlanması bu tür olayların sürekliliğine neden olmaktadır. Meslek odaları ve sendikalar iş güvenliği uygulamalarının içinde olmaları gerekirken son olayda olduğu gibi işyerinde sendikalaşmaya bile izin verilmemiştir.

Çalışan lehine olabilecek her şey yukarıdaki açıklamada da olduğu gibi ötelenmekte ve ertelenmektedir. İş güvenliği yasa kapsamı içinde “Az Tehlikli” iş yerlerinde iş güvenliği zorunluluğu yıllarca ertelenmiş olup bu ay başında yürürlüğe ancak girebilmişken işveren örgütleri erteleme için lobi faaliyetlerini tüm hızıyla sürdürmektedir. Kısa bir süre sonra bir erteleme gelirse şaşırtıcı olmayacaktır.

Aslında çalışanın güvenliği işveren için hep maliyet olarak değerlendirilmiş ve bu da şu örneklerde olduğu gibi açıkça da ifade edilmiştir:

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Murat Yalçıntaş, birçok maddesi 1 Ocak 2013’te yürürlüğe girecek 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile bir ve iki yıllık kademeli geçiş sürecinin ardından, tek çalışanlı işletmelere bile işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı istihdamı yükümlülüğü getirilmesinin ciddi sıkıntılara sebep olacağını söyledi.Yalçıntaş, “Bugün bir işletmede istihdam 50 kişiyi bulunca engelli, avukat, çevre görevlisi, enerji yöneticisi, stajyer gibi ilave istihdam zorunlulukları doğuyor. Böyle olunca da, o işletmenin istihdam sayısı bazen 60’ı bile bulabiliyor. Şimdi bunlara bir de iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi eklenecek. İstihdam artık altından kalkılabilecek bir yük olmaktan çıkıyor.”

“TOBB Genel Kurulunda konuşan Rıfat Hisarcıklıoğlu İş sağlığı ve güvenliği mevzuatının KOBİ’lere yük getirdiğini söyleyerek “ bunları kaldırttık” dedi. Hisarcıklıoğlu,” Kültürümüzde güzel bir söz var;’zorlaştırmayın kolaylaştırın’ Biz de iş ve yatırım ortamı önündeki engelleri tespit edip, hükümetimizle birlikte kaldırdık.” ifadelerini kullandı.

Bu açıklamalardan da görüleceği üzere çalışanın güvenliği bir engel olarak görülmekte ve patronlar mevcut hükümetler ile  olan ortaklıklarını açıkça beyan etmekten – daha doğrusu asıl patron kendilerinin olduğunu deklare etmekten- kaçınmamaktadırlar.

Geline noktada işverenler ( aslında yürütmesiyle, yasamasıyla ve de yargısıyla kapitalist sistemin bizatihi kendisi) mal ve hizmet üretimi sürecinde çalışan güvenliğine en düşük maliyeti koymaktan yana olup cinayetlerin gerçek failleridirler.

Kemal Ulusaler…04 Temmuz 2020

 

 

 

 

Check Also

YANIT BEKLEYEN SORU.

Yeni bir yıla girerken düne ve geleceğe ilişkin pek çok söylem uçuşur yaşamımızın harman yerinde. …